Posts Tagged ‘ dost ’

Yalnızlıkları Gömün

Yalnızlıkları Gömün

Seninki öylesi bir yalnızlık ki, şehirde gördüğüm en özel yalnızlık. Ne kadar uysal bir yapın var, ne kadar isyankârsın. “Bugün nasılsın?” sorusuna, “karmaşık” cevabını alacağım nadir insanlardansın.

Sen nasıl göğüslemeyi başardın bunca yaşadığın acıları tek başına. Ne baban var yanında, ne annen, ne kocan, çocukların. Hepsi bir savaşta ölmüş gibiler, terk edip gitmiş gibiler seni. Sanki tanrı seni yaratmış ve dünyanın orta yerine bırakmış. Diğer insanlardan farklı bir yalnızlığın var.

old-sofa

İndir gardını dediğimde bu kadar hızlı indireceğini düşünmemiştim. Nasıl açsın paylaşmaya ekmeğini. Diğer açlardan bir farklısın sen, yemeğini bölüşen bir aç hiç görmemiştim. Kendine has gülüşün, içten içe üzülüşün. O yalnızlığın, yüreğinin kalkıp inişleri.  Bir annesin sen! Dünyada pek çok anneden daha iyi bir anne.

Korkuyor musun yalnızlıktan? Tek başına yürümekten, insanlardan… Hayatın bir türlü tatmin edilemeyen parametrelerinden şikâyetçi misin? Durup, susturduğun isyanının altında eziliyor musun her seferinde? Her seferinde isyanın sigara dumanına mı karışıyor?

Hayatın anlamını değiştirmeye çalışma. Bu seni daha dengeli ve güçlü bir insan yapmayacak. Değişmez kalbin, o her seferinde binlerce duyguyla dolup kabaran kalbin. Her şeyin en iyisine layıksın ama her şeyin en kötüsüne karşı durabilecek kadar da yüreklisin. Bu seni belki de diğer insanlardan daha şanslı yapıyor.

“Bütün bunlar neden oldu, ben neden bu kadar yalnızım?” sorusuna veremediğin cevaplar seni ayakta tutuyor. Değerli olduğunu bağırıyor sana. Duyuyor musun?

Arkadaş mısın? Sevgili misin? Dost musun? Anne misin? Nesin sen? Bilmiyorum. Fakat çocukça tavırlarını, başından geçen bin bir türlü olayları saatlerce izleyebilir, konuşabilirim. Seni sevebilirim, altın kalbini en nadide müzede saklayabilirim. Benim işte, o altın yalnızlığını durduracak ve senide canlandıracak kişi.

Seni her sabah uyandırdığım da mutlaka ses ver. Bir gün duyamazsam sessini ve hissedemezsem kıpırtını öldü desin başkaları, ben demem. Kâğıtlara gömerim yalnızlığını…

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Yalnız Çakıl Taşı

Koca şehrin ıssız sokaklarında kimselerin kimsesizleri miyiz bizler? Nedir aile olmak nedir bir arada yaşamak? Karanlık ve soğuk bir caddede yürüyorum. Üzerime bulutlar yağıyor. Her köşede birkaç tane ışığı yanan ev…

Çok mutsuzum. Elim cebime gidiyor. Küçük ve eski telefon rehberimi çıkarıyorum. Yağmurdan sakınmak adına küçük bir telefon kulübesine sığınıyorum. Rehberi karıştırıyorum. Birçok kimse var burada. Kimisi bir zamanlar can dostum kimisi aile bireyimmiş. Eski platoniklerimin sayfasını açıyorum birden. Yüreğimden binlerce değer dökülüyor telefon kulübesine. Birkaç tanesini telefona yerleştirip arıyorum 112 Hızır acili. Karşımda hayatın en ürkütücü yüzleriyle karşılaşmış soğukkanlılığını korumaya çalışan bir ses. Merhaba diyorum ona. Birkaç kelime konuşmak istiyorum. Yüzüme kapanıyor telefon. Ne oldu şimdi doktor hanım diyorum içimden. Enkazımı kaldırmanız için aramıştım. Ölen bir faninin son sözlerini dinleyip öyle götürseydiniz ya morga. Sözler ve düşünceler bu kadar değersiz mi? Rekabetçi yaşamda en değerli olan ölmüş ve kokuşmuş olan bedenim mi? Rekabetten ayrıldığım vakit son model bir minibüs alıp götürecek bedenimi. Üzerine beyazdan bir cüppe giymiş adam ‘bu adamda cennetimize gelsin.’ diyecek. Orada adil olmaya çalışacak herkes. Gözyaşı dökecekler. Ön sıralarda aile bireylerim.

İşte böyle, hiç kimse yok telefon rehberinde. Yeniden yağmura çıkıyorum. Islatıyor günlerdir banyo yapmamaktan kokuşmuş bedenimi. Yenilenmek istemiyorum suyla. Duygulara inanmayanlar geliyor aklıma. Kaç bin tane duygumu heba ettim şu fani dünyada. Harcadılar birer birer yok ettiler. Mantıkla mutlu olmaya çalıştı herkes. Düzenin bahşettiği o yalnızlığı büyük bir şeymiş gibi sahiplendiler. Aramadılar sormadılar hiç birisi. Basit ucuz ve geçici hazlar peşinde koştular. Bir kafedesin ya da bir bilardo salonunda, Pariste o kulenin altındasın. Ben yokum ya orada. Gözlerini kapattığın o son dakikalarda onlar olmayacak yanında. Belki benim sevgim ve bana duyduğun ufacık sevgi ruhunla beraber uçacak yıldızlara. O ruhlar ki kimisi çok ağır kimisi kuştan hafif. Kuştan hafif olanlar kapılacak rüzgâra da ulaşamayacak vaat edilen topraklara. Kimisi değer verdiği ruhlarla uçacak yıldızlara.

Ben bugün böyle yalnızım ya, ne konuşacak bir dost, ne bir arkadaş, ne de bir sevgili bulamadım ya. Zaman zaman yanıp sönen bir sokak lambasının altında, biraz önce beni dilenci sanıp önüme beş akçe atan adamın attığı paranın üzerindeki bir adamla konuşuyorum. Para yalnızlığın ilacıdır. Tatmin oluyorum. Cebimden küçük bir çakıl taşı düşüyor. Parçalanıyor akan sele kapılıp yok oluyor… Ah benim kırmızı renkli, güzel çakıl taşım. Yağan yağmurlar seni bana geri getirecek biliyorum. Çünkü sen yalnız çakıl taşımsın…

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Monotonluk Manifestosu

Monotonluk Manifestosu

Sıkıldım artık hayattan. Bitmek bilmez monotonluğundan. Kendi kurduğum labirent’in içinde dönüp durmaktan. Herkes benim neler yaptığımı, ne yapacağımı bilmek istiyormuş. Her yanıma teknolojik aletlerinden takıp, takip etmeye çalışıyorlarmış. Onlar bile şaşırmışlardır bu düzenli labirent’in içinde gidiş gelişlere. Hep aktığını sandığım ama günün aynı saatlerinde hep aynı tekrarlarla dolu bir hayat. Sonucunun sonsuz bir karanlık olduğunu bile bile. Her gün iş yerindeki patrona boyun eğmeler. İş çıkışı aynı arkadaşlarla aynı yollarda yürümeler ve hafta sonu hep aynı tiplerle buluşmalar.

İşten ve uykudan kalan vakitlerde zaman geçirdiğim, bir zamanlar âşık olduğum kadın. Senide bırakıyorum oracıkta. Ardıma bakmadan gidiyorum buralardan. Daha rahat kafamı dinleyeceğim bir yerlere. Dilediğim her şeyi yapabileceğim bir yere gidiyorum.

Bodruma mı yerleşsem acaba? Bir gün gelip oradada monotonlaştırır mıyım hayatı? Korkak mıyım? Birkaç saniye genç görünebilmek için baktığım aynaları, devamlı emrinde çalıştığım saatleri de paramparça edeceğim giderken. Dilediğim saatte uyuyup dilediğim saatte uyanacağım. Neyse galiba ne yapacağımı bende tam olarak bilmiyorum.

Geride bıraktığım kadına hatıra olsun diye bir şeyler yazmalıyım. Ne yazsam ki ona. Her hafta aynı kafede buluştuğumuz günleri hatırlıyor musun? İşte o günlere lanet olsun. Binlerce çöpe atılmış gün. İçtiğim acı kahvelere katık olmuş boktan hayaller. Yeni berbat bir labirenti marifetmiş gibi tasarlıyordun ya, bende sana kafa sallıyordum. Hepsine lanet olsun. İnsan hayatı boyunca dört, beş berbat labirent kurar işte, her birinde başka bir umudu besler, fakat hepsi birer hapishanedir. Zindanlarla dolu binlerce hapishane… Neyse sevdiğim kadın diyordum. Evet, tek bir gerçek var ki yılın birinde birkaç zaman sana âşık olmuştum. Seni sevdim halada seviyorum. Nokta.

Sevgili dostlarım; başka türlümü başlamalıydım yoksa? Kankalarım… Kardeşlerim… Neyse, her neyse… Bitmez dediniz ya işte, bitince bitiyormuş. Artık yeni bir hayatım var. Gidiyorum. Size sevgiler, büyüklere hürmetler. Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim. Ne yapalım biraz üzüleceğiz biraz ağlayacağız ama sonra “hayat işte” diyip devam edeceğiz.

Olmadı.  Bu yazdıklarımı beğenmedim tekrardan yazayım burayı. Öncekileri unutun.

Sizleri bırakıyorum işte. Arkama bakmadan gideceğim.  Gideceğim yerde sizlerden daha iyilerini bulurum. Bıktım her zaman aynı muhabbetlerden. Nazik olayım, kırmayayım şudur budur. Hepinizin canı cehenneme… Hiç birinizi bir daha görmek istemiyorum. Beni arayıp sormayın. Posta atmayın, sosyal ağlarda eklemeyin. Yıllar sonra dostum diyerek gelip başıma bela olmayın.

Yıllarca aile kurumunu paylaştığımız değerli insanlar. Ben bu toplu yaşama meselesinden çok sıkıldım. Yıllardır yemek pişiren Annem. Her zor durumda yardımıma koşan Babam, çok sağolun. Teşekkür ederim. Fakat yıllardır beni körelttiniz. Bir türlü bireyselleştirmediniz. Hep kendi bildiğiniz yolları dayattınız. Sizleri de anlıyorum ama ben gidiyorum. Biraz üzüleceksiniz. Aile kurumunda bir yas hali olacak biliyorum ama unutmayın özünde hepiniz tek bir bireysiniz. Her fani gibi unutacaksınız. Arkama bakmadan gidiyorum. Sağlıcakla kalın.

Son mektubu da ciddiyet abidelerine yazıyorum. Çocuklukta, okulda, işte her yerde başıma bela olan sizler. Sizleri çok seviyorum. Sizler düzenimizin direği yüreğimizin gözbebeğisiniz. Siz sağolun, varolun…  (…….) Lanet olası mahkeme duvarı yüzlü insanlık müsvetteleri. Artık sizlerin ne sevgisine ne paranıza, ne notunuza, diplomanıza, makamınıza, sertifikanıza, sağlık sigortanıza ihtiyacım yok. Hepiniz en yakın zamanda ölün. En iyi temennim gülün, mutlu olun, adam olun, sağolun.

Son paragrafa eklemek istediğim başka şeylerde var ama bu insanları o paragrafın pisliğine bulamak istemedim. Siz güzel insanlar hepiniz hoşça kalın. Az konuşun birbirinizle az çekişin. Vicdanınızla beraber gömülün. Kusurlarınızla hep beraber mutlu yaşayın.

Ben gidiyorum HOŞÇA KALIN…

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com