Temmuz 2018 için arşiv

Anlatamıyorum

Toplumsal düzen içinde biriktirdiği kirlerle birlikte üstüne üstüne geliyorsa bazen okumanın, yazmanın, düşünmenin hatta konuşmanın da bir anlamı kalmaz. İnsan kalmak için verdiğin mücadele bir anda anlamsızlaşır. Tarifsiz bir korku basar içini. Sanki hiç umut yok gibidir. Alevler içinde bir cehennem vardır karşında. Eğer ki bu cehennemde bir zebaniysen, çıkarı için senin gibi olmayanlar sen gibi davranmaya çalışır. Düzenin üzerinde bıraktığı tüm lekeleri kapatarak sana ulaşmaya çalışır. Doğruyla yanlış, gerçekle, gerçek olmayanı birbirine karıştırırsın. Üzülürsün biraz.

Filmlerin, sporun, tiyatro eserlerinin, felsefesini yitirip, anlamsızlaştığı şu günlerde tam bir değer yozlaşmasıyla karşı karşıyayız.  Ailelerin bile parçalanıp bittiği, insanların kimsesizleştiği ve yolunu şaşırmış paranın değer yaratanlara, yani işe yaramaz zenginlere uğrayarak hayatı yok ettiği bir dönemdeyiz. Değerlerin en büyük yaşatıcısı yaş almış insanlar bile artık daha küçüklere hikâyeler anlatamıyor. Ahlaksız, anlamsız, bomboş insanlara özenerek ve onları alkışlayarak geçiyor hayatımız. Yeni dönemin yaş alma bahtiyarlığı da böyle boş bir şey. Sonuçta küçüklere verdikleri en önemli öğütse. “Daha yükseğe, hep daha ileriye. Karşına çıkanı ez geç.”

Günde bir doz ağlamadan kendime gelemiyorum. Çünkü yeryüzünde insan iradesi yok ediliyor. Hayatın içinde herkesin önünde oynanan ahlaksız oyunlarla şekillenen dünyada bir kaderdir tutturulmuş gidiyor. İnsanın rengi dünyadan siliniyor. Evet, toplumsal yaşam, insan iradesinin erişemeyeceği kadar büyük ancak iradenin bu kadar geçersizleştiği bir dönemde, artık insanlar kendinin kuramadığı hayatlara alışmaya çalışıyor. Tanrılara biat için gerekli kader, aslında bütün güçlü dalkavuklara boyun eğmek için bir fırsat yaratıyor.

Bir de “İyi diye bir şey yoktur” diye bir laf tutturulmuş gidiyor. Oysaki gerçek insanın içinde “iyi” vardır. O insan toplumsal hayatın içinde, içindeki iyilerin nasıl istismar edildiğini görür. Bir tiksinti basar o anda içini, bir bunalım gelir oturur yüreğine. Yırtıp atmak ister. İstila edilmiş toprakları görür, cebinden çalınanları görür. Zorunda kaldığı işe, uğradığı haksızlıklara karşı bir tiksinti duyar. Saatlerini verdiği iş yerinde kendine benzer insanlarla yaşamanın kısılmışlığını içinde hisseder. Bu insanlara alışmalıdır artık. Çevresindeki insanlara… Kara kaderine alışmalıdır.

Geçen gün bir kadın geldi yanıma oturdu ve ağladı. Bir erkek dedi, bana sahip olmak isteyen bir erkek var. Kim o dedim? Ahmet dedi. Nasıl sana sahip olabilir dedim? Önce tanıştık, konuştuk ancak ben onu sevmedim. Fakat olanları ailem öğrendi. Şimdi benden Ahmet’le evlenmemi istiyorlar. Başka şansın yok diyorlar. Yaşın çok büyüdü diyorlar. İşin yok diyorlar. “Ahmet’e dokunamıyorum. Ahmet’in yanında diken üstündeyim. Ahmet’ten korkuyorum” dedi kadın. Acısını yüreğimde hissettim o kadının. Sadece hayata devam etmek için rol yapanlar gibi değildi en azından. Yalandan sevişenler gibi değildi. Toplumsal rolleri bilezik gibi şıkır şıkır takınanlar gibi değildi. Bir isyanı vardı olup bitene. Uyum sağlamak istemiyordu. O yaşamak istiyordu aslında. Mutsuz olmak istemiyordu.

Günümüz akıl sahipleri gibi ona “sentetik mutluluklar” yarat demedim. Aslında ne diyeceğimi de çok bilemedim. Etrafınızdaki herkes, her şey aynı şeyi emrediyorsa kendi yolunu yaşamayı öğütlemenin ve yaşamanın da çok anlamı kalmıyor. Hayat paylaşmadıkça, kurulamıyor da.

Ben insanlarla yapılan şeylerde genellikle, sabırsızlık, tembellik ve özensizlik gördüm. Tamamen paraya ve güce dökülmüş bu dünyada insanoğlu hiçbir şeyin tadını sonuna kadar çıkaramıyor. Sadece sahip olmak ve karşısındakini biran önce tüketmek istiyor. Bu yolda onu anlamak yerine en kısa yoldan elde etmek var. Değerleri yozlaştırmak hatta yok etmek var. Bunu temellendirmek için yarattığı boş inanışlar var. O yüzden neyi kazanırsa kazansın mutsuz. Toplumun en şerefli makamlarında oturanların en boş insanlar olduğunu görüyoruz. Çünkü en az bedel ödeyenlerin en yüksek makamlara yükseldiği bir dönemdeyiz. En aşağılık tiplerin örnek olarak gösterildiği bir dönem. Bir yamyam sürüsü tarafından yaşam yok ediliyor. Öylesine bir dünya ki kardeşimi bile şu fani dünyada bir bok olamasa sevemeyecekmişim gibi. En güzel dostluklarım, “çıkar için mi benimle?” sorusunun rahatsız edici tedirginliğiyle ve samimiyetsizliğiyle son buluyor. Zaten kimsenin konuşacak pek bir şeyi yok. Günlük yaşam içinde diğerlerini kandırmak için işledikleri günahların artıkları var içlerinde. Kimse güzel şeyler düşünecek vakti bulamıyor. Zorlu günlerin sıkıntılı dakikalarında, psikolojilerinin zorla yaptırdığı küçük kaçamaklarda, düşünebildikleri ya koca bir göt, ya kaslı kollar. Sevgi ve şefkat bile tıpkı para gibi hesaplanarak veriliyor. Geriye kalanlar neler yaptığımı neler elde ettiğimi merak eden insanlar sürüsü…

Duyarlı birkaç kişinin çığlıkları da hayatın arasına karışmış gidiyor. Kadercilik hızla yükseliyor. Şekilciliğin ve çıkarın önem kazandığı noktada, diller giderek anlamlarını yitiriyor. Genelde susuyorum zaten en yakınlarıma bile anlatamıyorum…

Alican Özer

ozeralican@hotmail.com