Olduğu gibi sevmek
Elimi ellerinin arasına alıp, sıcacık göğüsüne sımsıkı bastırdı. Uzun siyah saçlarını okşadım. Sıcaklığını içimde hissediyordum. Yüzüme döndüğünde dudaklarımız buluştu. Son içtiği sigaranın tadını tattım. Herşeyin bir anda güzelleştiği dakikalar başladı. Dudaklarından, boynuna inerken zeytin gözlerine baktım. İsteksiz gibiydi, gergindi. Gerçekten sevişmek istiyor muydu, yoksa ilişkiyi kurtarmaya mı çalışıyordu? Anlamadım. Kulağımı göğüsüne dayayarak bir süre kalp atışlarını dinledim. Memeleri arasında çırpınan kalbi, sevemediği bu hayattan mutluluk ister gibiydi. Dudaklarım boynunda gezinirken sıcak nefesini hissediyordum. Ona sarıldım ve gün doğdu. Güneşin sıcaklığı odanın içini doldurdu. O anları hiç unutamam. Öyle mutluydum ki.
Günler geçti. Birbirini takip eden anlamsız buluşmalar, sohbetler, gezmeler… Sanki bir şeyler saklıyor gibi sessizdi. Sanki hayatı hiç bilmeyen bir bebeği avutuyor gibi sakindi. Sanki hiç karakteri, düşüncesi yokmuş gibi tarafsızdı. Sosyolojik düzende oturtulduğum profile uygun bir erkeğin isteyebileceği kadın rolünü oynuyordu. Ancak bu rol için giydiği elbise üzerine dar geliyordu. Gerçekliğini gördüğümü söyleyemem ama eminim ki o gerçek benliği değildi. Kötü bir his sardı içimi. İçimdeki aşk giderek sönmüş, yerini tensel bir zevke bırakmıştı. Geceler boyu düşündüm. Sigaranın, alkolün ve arkadaş muhabbetinin bile keyifli gelmediği günler geçirdim. Beynimde çözülemeyen sorunlarla. İçim bas bas bağırıyordu. Bazı günler vücudum geriliyor ve titriyordu. Uzun geçen günlerde severek ayrılmanın zorluğuna katlanmaya çalışıyordum.
İçim şöyle diyordu: Eminim o da beni çok sevmişti. Ancak sadece beni değil. Diğerlerini de çok sevmişti. Çünkü kocaman bir yüreği vardı onun. Sevdiklerini kendi karakterini göstermeden, oynadığı rolle yanında tutmaya çalışan bir yürek. Onda aşkı yaşamaya ve bağlanmaya yetecek cesaret yoktu. İşte ben buyum, buradayım ve seni seviyorum diyecek cesaret yoktu. Zaten en başta söylemişti. Aşkı yaşamaya olmayan cesaretini “içimde böyle bir şey var” diyerek normalleştiriyordu. Belki de arkada bıraktığı, unutmak istediği, kırgın bir geçmiş kendini bu kadar yok saymasına sebep oluyordu. Belli ki aklında başka insanlar da vardı. O sevdadan çok gönül eğlendirmeyi istiyordu. Mutsuzdu ve içinde yaşamdan ne istediğini bilmez bir huzursuzluk vardı. Bencildi. En yakınlarını, arkadaşlarını bile sevdiğinden emin değildim. Bağımlıydı, sigaraya, alkole ve aşklara… Sadece kendi sevilsin, beğenilsin istiyordu. İçinde dindirilemeyen bir beğenilme duygusu olduğunu gördüm. Sanki maddi hayatla bir alıp veremediği vardı. Belki de o yüzden aşkın manevi yanı değil hep maddi yanı gelişti.
Seviyordum ve öldürmem gerekiyordu içimde. Çünkü aşkın onuru korunmalı. Ancak ben de darmaduman olmuştum. Ondan ayrılırmaya karar verirken bir araştırmaya giriştim sevdam üzerine. Sanki ondan kopmak için tatmin edici bir bulgu arıyor gibiydim. Kurduğum teorileri tek tek sınadım. İçimde ölen aşk ateşinin korlarını söndürmek çok zor oldu. Herkes sevdiğini güzel şekillerde hayal eder ya aklında. Pek başaramadım. Öldüremedim onu.
Yine aşkı kutsayıp, çıkan bulgulara hiç inanmadım sevgilim. İçimde baştaki hayalin ve duygularınla kaldın. Acımı içime sakladım. Çelişkiler içinde kendimi yedim, bitirdim. Beynimdeki harbi durduramadım. Hep sen haklı çıktın. Çünkü sevmişti seni deli gönlüm.
Çünkü sevgili olduğu gibi sevilmeliydi. Ancak benim bu sefer dengem şaştı ve bu sevdadan gidiyorum… Hoşça kal canım benim. Hoşça kal!
Alican Özer
ozeralican@hotmail.com