Mart 2013 için arşiv

Hiç

HİÇ

Oturmanın bile ağır geldiği zamanlar vardır. Zamanın ağırlığı, atmosferin ağırlığı üzerine binerken içinde sakladığın mikroplar bile ihanet etmiştir sana. Öylesi bir istila vardır ki üzerine doğru, dünyanın küçüldüğü zamanlardır o anlar.

Big-Bang

Yavaş yavaş düşer gardın. Ateşler içinde uyanırsın. Gözlerin millenmiş, karnına bir hançer saplanmış biçimde mahşerin orta yerinde kalakalırsın. Ölmek hiç bu kadar zor olmamıştı. Dakikalar bile intihar eder bu acı karşısında, zaman yok olur.

Hiç bu kadar karanlık görmedim. Paranın insanlar üzerinde oluşturduğu binlerce unsur ışığımı kapatıyor. Son mumda söndürülmüştür zaten. Ölüm vaat edenler son kez bağırırlar ardından “ölüm, ölüm” diyerek. Yeryüzünde son surda üflenmiştir bu kişiler tarafından. Chopin, Beethoven ağlar meydanlarda…

Toprak kabul eder pıhtılaşan kanı bile “La ilahe illallah” diyerek son nefesini verirken bir canlı. Var olamamış benliğimde bir kez daha hiçliğe kavuşur.

Bedenime ve beynime sahip olmaya çalışanlar büyük bir hüzün içindedir. Ey ölümlü, tasalanma, bende bu kara meydanda parlayamadım diye. Onlar cesetleri de severler. Cesetler karanlıkta iyi parlar, parlatanına göre. Unutma o gün cesedin bir yıldız gibi parlarken sahnede, yazıların ve düşüncelerinin ruhu tüm yapay değerleri parçalamıştır.

Asırlardır, duygularımızı dilimleyip büyük tabaklarla geri sundular bize. Hayat duygularını satmış, duygu pazarlayıcılarının elinde şekilleniyor. Biz, duyguyla beslenenlerin bu havaları anlaması zordur. Belki bir gün sığ bir mantık bizi onlarla aynı safta gösterebilir…

Hiçbir insanın kutsal nimetlerden faydalanması engellenemez. Gün gelir sende çıkar ve inersin yetki makamlarından, diğer tüm halkına bağlı yöneticiler gibi. Biz olmaz orada, yalnız sen inip çıkarsın. Yalansız olsun bu iniş, tanrı mendebur suratlıların gazabından korusun. Sen bu diyarları yönetirken herkes mutlu olsun diye çalışma. Şehrin kuytu köşesinde bir anne, bir baba bir damla gözyaşı dökmesin diye çalış. Sen mutluluk pazarlayıcısı olamazsın.

Dünyanın uzunca bir döneminde, farklı insanlar tanrısal kılıçlarıyla masum insanları keserken. Farklılığa inanan insanlar kılıç korkusuyla eceli bekliyordu. Son kez başım kesilmeden düşüncelerim yazdı. Bana ihanet eden tüm canlılar şahittir buna. Hem, bu kelam yayılır atmosferde. Dünyaya gelen hiçbir şey kaybolmayacaktır.

Ben bir saniyede hiç olurken biçimsizce, ardımda bıraktığım dünyanın değişmeyen düzeni çıldırtıyor beni. Büyük bir çoğunluk için, esas olan nefes almak, yaşamak olmadı hiçbir zaman. Onların en büyük arzusu her daim çalışan o saatin içinde dönen bir çark olmak…

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Sahibini Arayan Mektuplar – 1

Sevgili,

Sana dünyanın dört bir yanından kucak dolusu sevgi ve selamlar gönderiyorum. Bu satırları Hindistan’ın unutulmuş bir şehrinin, unutulmuş bir kahvehanesinde muhtemelen beni hasta edecek derecede pis bir suyla demlenmiş çayı yudumlayarak yazıyorum. Sömürü yıllarından kalma yarım yamalak İngilizceleriyle konuştuğum ve seni anlattığım klanlar, dervişler, sadular, babaciler’de seni sevgiyle selamlıyorlar.

521737_505102052861848_1929340752_n

Uzun zamandır yollardayım. Onlarca ülke, yüzlerce şehir, binlerce tarla, milyonlarca çiçek gördüm. Önceleri hakkında methiyeler düzdüğüm çiçekleri seni gördükten sonra tanımlayamaz oldum sanki. Ne zaman güzel bir çiçek görsem ya da başka birisi bana dünyanın en güzel çiçeğini gösterse, hep aynı çiçeği tasvir ediyormuşum gibi geldi o dakikadan sonra bana. Heyecanla yanına koştum her çiçekte. Tanrım, aynı dal, aynı yapraklar, farklı bir ruh farklı bir koku vardı her birinde. Her birine bakarak özlemi yazdım, bazen tekrar görebileceğim günleri düşleyerek hikâyelerini bir birine ekledim.

Bir gece yarısı masal yollarında gezerken Küçük Prense rastladım. Bana ve Kırmızı Başlıklı Kızdaki yaşlı kurda kendi dünyasındaki en güzel çiçeği anlattı. Ondan ayrı geçirdiği zamanlarda hep bir koyunun çiçeği yiyebilme ihtimalinin onu korkuttuğunu söyledi. Yaşlı kurt “Amaan sende dünyada milyonlarca çiçek var. Bir çiçeği, bir koyun yemiş kime ne?” diye cevap verince. Küçük Prens kendini tutamadı ve sesini yükselterek “Eğer milyonlarca yıldızdan yalnız birinde tek bir örneği olan bir çiçeği seviyorsan, yıldızlara bakmak bile mutlu hissettirir sana kendini. “Çiçeğim oralarda bir yerde…” dersin kendine. Ama, koyun çiçeği yedi mi, tüm yıldızlar söner! Bu senin için hiç önemli değil tabii!” dedi. O gece biraz daha konuştuktan sonra çiçeğine biran önce ulaşmak için yanımızdan ayrıldı.

O günden sonra benimde artık Masal diyarlarını ve Hindistan’ı bırakarak. Dünyamın başkenti Ankara’ya dönme vaktimin geldiğini anladım. Sen bu mektubu okurken muhtemelen İran topraklarında olacağım. Cumartesi sabahı Ankara’ya ulaşacağımı umut ediyorum. Seni bıraktığım yerde bulamam düşüncesiyle ortak bir buluşma noktası ayarladım. Bu zarfla birlikte masal yollarında dinlediğim en güzel masallardan birinin tiyatro biletlerini gönderiyorum. Umarım seni orada tekrar görebilirim. Bir mani çıkarsa Sankt Peterburg’da ki dostum Raskolnikov’a (255 655 45) bu telefondan ulaşabilirsin. O çok akıllı bir dosttur mutlaka bana ulaşacaktır. Görüşmek dileğiyle…

Sevgiler…

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Ümit Yaşar Oğuzcan’a Fotoğraf için MDF’ye teşekkürler…

Ey Ölümlü Gül

Ey Ölümlü Gül

Ey ölümlü gül. Bahçelerde sessizce açan gül. Ansızın papatyalar arasından kendini gösteren. Kısacık ömrüne bin bir güzelliği sığdıran gül, biraz daha gül… Gül bahçelerinde doğan bir kuş, gül bahçesinde gülen bir arı ve yer altı dünyasına yeni masal kanalları açan karınca, gül. Ey bu dünyayı döndüren ölümlü gül. Bir deli koşarak bahçelerde uğuldar “Ey ölümlü gül”

TheRoseGarden

Gül bahçemde açıp solan güllerin arasında hep onları bekleyen, biri kahverengi, biri boz iki minik serçe vardı. Birinin gerdanında siyah büyükçe bir leke…  Her gün hektarlarca arazide saatlerce uçarlardı da birbirlerini görmezlerdi. Bir arı vızıltısı mı çağırdı onları ya da kırmızı gül bahçelerinde açan pembe bir gül mü dikkatlerini çekti bilinmez. Günün birinde aynı noktada buluştular. Siyah lekeli kahverengi olan daha önce hiç görmediği bu boz serçeye başını eğerek selam verdi. Daha önce hiç serçe görmemişçesine baktı gözlerine doğru, ona yaklaştı. Bir anda havalandı. Bir gözü boz serçede bir gözü gül bahçesinde yukarıdan izliyordu. Sonra birden inişe geçti, gül bahçesinin en güzel gülünden bir yaprak kopardı ağzıyla, özenle boz serçenin önüne bıraktı. Çiçeğin yaprağı, bir ağacın yeşil yaprağına serilmiş kırmızı halı gibi duruyordu boz serçenin önünde. Sonra boz serçe aniden pırrr diye uçup gitti. Gül tarlasının ortasında hayalindeki serçe gözünün önünden uçup giderken, kalbinde bir çarpıntıyla kalakaldı kahverengi serçe. Ardından öylesine öttü ki, gül bahçemde birkaç gül dayanamadı böylesi bir ötmeye saatler içinde sararıp soldular.

Ey ölümlü serçe… Aşk’ın sana göre uzun ya da kısa, gül bahçesi için epey uzunca sürdü aslında. Canlıların kalplerinde geniş geniş araziler vardır. Bu toprakların bazıları zakkumlarla, kaktüslerle dolu, bazılarıysa papatyalar, güllerle doludur. Adını bile bilmediğimiz çiçekler açanlarsa. Onlara hep ayıp ettik aslında. O arazilerde kuşkusuz korkuluklarda vardır. Her gün gezerken bu uçsuz bucaksız arazilerde bir karga nasıl korkuyorsa korkuluktan, sende öyle korkarsın işte. Gül kokuları içinde solan güllere bakarak yarın uyanır mıyım korkusuyla sarılırsın aşkına. İşte o aşk ki çok zor bahşedilir gül bahçesine. Gül bahçesine girmeye çalışan binlercesi geri dönmüştür. Ancak gül bahçesine girip dar yollarda dikenlere takıla takıla yürümeye azmetmiş insanlara bahşedilir böylesine aşk. Yarın yok. Ödenen bedellerin en ağırı olsa da bu sonsuz ve kısa hayatta. Ne olur ölümlü gül? Atmosferde kaybolan ve durmadan yankılanan bir sedayla hep gül bahçelerinde uğuldar “Ey ölümlü gül!”

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Gerçekler ve Sen

Gerçekler ve Sen

Tek tek girdim odalarına evinin. Her yerde gerçeklikle sevişiyordu yalnızlığım. Hep gerçeklikle mi sevişir yalnızlık? Geçen gün sevdiklerimi gördüm mutfakta dilim dilim olmuş gerçekliklere bulanmışlardı. Tanıyamadım onları. Siz dedim gerçekçiler hani nerede gerçek mutluluklarımız?

8619144_1

Ben bu dünyaya gerçekten gelmedim. Gerçekten yaşamadım hiç. Ben gerçek sevgiden anlamam. Ben gizli olanı saklananı sevdim hep, uzun süre mahzende duranı. Geçen akşam çıkardım bir şarap çılgınlar gibi buladım beynimi gerçekliğim oldu kan kırmızı şarap. Şarap fena sevişir gerçeklikle kaçtım o odadan hemen.

Ulan gerçekler, neden gerçekle seviştiğimi müjdeliyorsunuz hemen. Hem hiç utanmaz mısınız siz çırılçıplak bir gerçeğe bakarken. Ben utanırım hep bir gerçeği söylerken. Yalanı da hiç sevmem ama gerçekler yalan kadar utandırır beni.

Utanmadan konuşturur gerçekler beni. Ben gerçekten gerçek bir hayatım olsun isterdim. Gerçekten tüm dünyanın söylediği gibi sevmek isterdim. İyiliğe inanmak isterdim gerçekten. Tüm gerçekçiler beni yolumdan döndürdü, şaraba vurdurdu. Oradan oraya, koşturdu da koşturdu.

Bu dünyada gerçeği bulmaya çalışan üç beş ahmak deniz aşırı gitmiş, dağı delmiş kime ne? Hikayeleri zikredilir dilden dile. Gerçeklikle sevişene pezevenk derler. Pezevenktir biraz gerçeği bulmaya çalışan kişi.

Ahmak olanların gerçekleri iyidir. Her ahmağın gerçekliğine uyduracağı güzel bir hikaye vardır mutlaka. Ahmak sever gerçeği. İçer su gibi rakıyı kendinden geçer, çeker dumanı içerde içer.

Var olamamışların hani o gerçekçilerin dünyasında ki sahnelerde bir deri ceket giydikleri görülmüş müdür? Hiç deri bir ceket giyer mi var olamayan? Hiç ışıldamamış bu yıldız, gerçekliğin gökyüzünde hiç var olamadı. Hep sönük müydü var olamayan bu gökyüzünde? Ya parladı göremedin ya da parladı göremeyeceksin.

İlk gerçek tanrımı öldürdüklerinde bitti benim için. Yeni yeni tanrılar yarattılar. Devirdiler, kaldırdılar. Yükseldiler alçaldılar. İzledim ve geri dönmeyecek tanrımı bekledim hep.

Ey orada öylece sevgiyi bekleyen gerçekler. Siz zaten hiç var olmadınız. Var olamadınız siz! O kenarda köşede düşünen sizler. Bir sevgiliyi bekler hep ve sıcaklığı arar. Her daim sarhoştur. Ey var olmamış sevgililer hep beraber yıkın tüm gerçekleri, yıkın ve altında ezilsin gerçek müjdeleyiciler, sevinmek için öyle gerçek bir sonuca varmanıza gerek yok. Dönün ve sarılın birbirinize.

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Resim: Jean-Michel Basquiat