Posts Tagged ‘ hayaller ’

Monotonluk Manifestosu

Monotonluk Manifestosu

Sıkıldım artık hayattan. Bitmek bilmez monotonluğundan. Kendi kurduğum labirent’in içinde dönüp durmaktan. Herkes benim neler yaptığımı, ne yapacağımı bilmek istiyormuş. Her yanıma teknolojik aletlerinden takıp, takip etmeye çalışıyorlarmış. Onlar bile şaşırmışlardır bu düzenli labirent’in içinde gidiş gelişlere. Hep aktığını sandığım ama günün aynı saatlerinde hep aynı tekrarlarla dolu bir hayat. Sonucunun sonsuz bir karanlık olduğunu bile bile. Her gün iş yerindeki patrona boyun eğmeler. İş çıkışı aynı arkadaşlarla aynı yollarda yürümeler ve hafta sonu hep aynı tiplerle buluşmalar.

İşten ve uykudan kalan vakitlerde zaman geçirdiğim, bir zamanlar âşık olduğum kadın. Senide bırakıyorum oracıkta. Ardıma bakmadan gidiyorum buralardan. Daha rahat kafamı dinleyeceğim bir yerlere. Dilediğim her şeyi yapabileceğim bir yere gidiyorum.

Bodruma mı yerleşsem acaba? Bir gün gelip oradada monotonlaştırır mıyım hayatı? Korkak mıyım? Birkaç saniye genç görünebilmek için baktığım aynaları, devamlı emrinde çalıştığım saatleri de paramparça edeceğim giderken. Dilediğim saatte uyuyup dilediğim saatte uyanacağım. Neyse galiba ne yapacağımı bende tam olarak bilmiyorum.

Geride bıraktığım kadına hatıra olsun diye bir şeyler yazmalıyım. Ne yazsam ki ona. Her hafta aynı kafede buluştuğumuz günleri hatırlıyor musun? İşte o günlere lanet olsun. Binlerce çöpe atılmış gün. İçtiğim acı kahvelere katık olmuş boktan hayaller. Yeni berbat bir labirenti marifetmiş gibi tasarlıyordun ya, bende sana kafa sallıyordum. Hepsine lanet olsun. İnsan hayatı boyunca dört, beş berbat labirent kurar işte, her birinde başka bir umudu besler, fakat hepsi birer hapishanedir. Zindanlarla dolu binlerce hapishane… Neyse sevdiğim kadın diyordum. Evet, tek bir gerçek var ki yılın birinde birkaç zaman sana âşık olmuştum. Seni sevdim halada seviyorum. Nokta.

Sevgili dostlarım; başka türlümü başlamalıydım yoksa? Kankalarım… Kardeşlerim… Neyse, her neyse… Bitmez dediniz ya işte, bitince bitiyormuş. Artık yeni bir hayatım var. Gidiyorum. Size sevgiler, büyüklere hürmetler. Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin ellerinden öperim. Ne yapalım biraz üzüleceğiz biraz ağlayacağız ama sonra “hayat işte” diyip devam edeceğiz.

Olmadı.  Bu yazdıklarımı beğenmedim tekrardan yazayım burayı. Öncekileri unutun.

Sizleri bırakıyorum işte. Arkama bakmadan gideceğim.  Gideceğim yerde sizlerden daha iyilerini bulurum. Bıktım her zaman aynı muhabbetlerden. Nazik olayım, kırmayayım şudur budur. Hepinizin canı cehenneme… Hiç birinizi bir daha görmek istemiyorum. Beni arayıp sormayın. Posta atmayın, sosyal ağlarda eklemeyin. Yıllar sonra dostum diyerek gelip başıma bela olmayın.

Yıllarca aile kurumunu paylaştığımız değerli insanlar. Ben bu toplu yaşama meselesinden çok sıkıldım. Yıllardır yemek pişiren Annem. Her zor durumda yardımıma koşan Babam, çok sağolun. Teşekkür ederim. Fakat yıllardır beni körelttiniz. Bir türlü bireyselleştirmediniz. Hep kendi bildiğiniz yolları dayattınız. Sizleri de anlıyorum ama ben gidiyorum. Biraz üzüleceksiniz. Aile kurumunda bir yas hali olacak biliyorum ama unutmayın özünde hepiniz tek bir bireysiniz. Her fani gibi unutacaksınız. Arkama bakmadan gidiyorum. Sağlıcakla kalın.

Son mektubu da ciddiyet abidelerine yazıyorum. Çocuklukta, okulda, işte her yerde başıma bela olan sizler. Sizleri çok seviyorum. Sizler düzenimizin direği yüreğimizin gözbebeğisiniz. Siz sağolun, varolun…  (…….) Lanet olası mahkeme duvarı yüzlü insanlık müsvetteleri. Artık sizlerin ne sevgisine ne paranıza, ne notunuza, diplomanıza, makamınıza, sertifikanıza, sağlık sigortanıza ihtiyacım yok. Hepiniz en yakın zamanda ölün. En iyi temennim gülün, mutlu olun, adam olun, sağolun.

Son paragrafa eklemek istediğim başka şeylerde var ama bu insanları o paragrafın pisliğine bulamak istemedim. Siz güzel insanlar hepiniz hoşça kalın. Az konuşun birbirinizle az çekişin. Vicdanınızla beraber gömülün. Kusurlarınızla hep beraber mutlu yaşayın.

Ben gidiyorum HOŞÇA KALIN…

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Süt

Süt

Düşünceler denizine düşmüş çırpınırken. Her yanı kaplayan düşünce balonlarından gerekli olanları seçmeye çalışırken, pencereden içeri dolan sabah güneşinin arasından bir kız çocuğu belirdi. Yeni yürümeyi öğrenmiş olmalı yalpalaya yalpalaya elinde tutmakta zorlandığı süt bardağından sütü bir o yana bir bu yana dökerek yanıma yaklaştı. Ne ilginç bir içecektir süt. Kaynağının canlı olduğu ne kutsal bir içecektir o. Annenin çocuğuna en güzel hediyesidir.

Kız çocuğu bir iki adım kala duraksadı. Bardağı ağzına götürdü ve sütten bir yudum aldı. Dudaklarının kenarı süte bulandı. Süt, küçük kız daha çabuk büyüsün diye aceleyle vücuda karışmak üzere küçük kızın boğazından aktı gitti… İvedilikle görevini yerine getiriyor, büyütüyor aynı zamanda tüm vücudu temizliyordu. Geleceğe hazırlıyordu onu. Tertemiz bir geleceğe…

Küçük kız birden ağlamaya başladı. Ne yapacağımı bilemedim. Onu kucağıma almak için yanına gittiğimde. Güneş ışıklarının yoğun bir şekilde girdiği pencereye doğru hızla kaçtı. Bende fazla üstelemedim. Tekrar yerime oturdum. Öncekinden daha hızlı adımlarla yanıma yaklaştı, yine birkaç adım kala durdu. Küçücük çenesinden aşağı sütler akıyordu. Yutkundu. Sonra birden konuşmaya başladı. “Sizler gibi mi olacağım?” diye sordu. Ne dediğini anlayamıyordum. Ne demek istiyordu acaba? “Ne demek istiyorsun küçük hanım?” dedim. Peşine hemen ekledim. “ Senin adın nedir?”.  Küçük bir kıza göre gür bir sesle tekrar sordu. “Büyüyünce sizler gibi mi olacağım?”. Önce gülümsedim. Ona büyüyünce bizim gibi olacağını okula gideceğini, iş sahibi olacağını filan anlattım. Kızın bakışları bir anda değişti, bakışlarında küçük bir kız çocuğunun bakışlarında olmayacak bir ciddiyet vardı. “Neden sattın baba mı?” dedi küçük kız. Şaşırdım kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Kısık bir sesle “Sen kimin kızısın diye sordum?”. “Yıllar önce boğazına çöktüğün benden kopardığın adamın kızıyım.” dedi. Anlam veremedim. Yıllardır sicili temiz bir bankacıyım. Acaba kime böyle bir şey yapmış olabilirim diye düşündüm. “Siz insanlar böylesiniz işte kendi düzeninizde bir sürü cesedin üzerine basarak ilerlediniz. Binlerce mutsuzluğu sadece izlediniz.” dedi küçük kız. Şaşırdım kaldım. Bir yudum daha aldı sütünden. Yüzünde ki ciddiyet gitti. “Neden ablamın uykularını çalıyorsunuz?” “Neden annem mutsuz?” diye sordu bana. Söyledikleri karşısında tutuldum kaldım öylece… Kalbim hızla çarpıyor. Beyne hızla giden kan şakaklarımda ağrılar yapıyor, düşünemiyordum.

Küçücük ellerini cebine doğru götürdü. Cebinden küçük siyah bir silah çıkardı. Bana doğru doğrulttu. “Ellerini kaldır lanet olası adam yoksa kurşunu alnının ortasına yersin.” dedi. Elim ayağım tutmadı birden. Kekeleyen bir sesle “Yapma o silahı bana ver.” diyebildim. “Arkanı dön yoksa vururum.” diye. Tehditlerine devam ediyordu küçük kız. Ellerimi kaldırdım ve yavaşça arkaya döndüm. Bir el silah sesi duyuldu. Tanrım vurulmuştum galiba. Vurulmak böyle bir şey mi acaba? Hiç acı hissetmiyordum. Hayatım küçük bir kızın cebinden çıkan küçücük bir tabancayla mı son bulacaktı? Hemen vücudumu yokladım. Bir şey yok gibi görünüyordu. Hızla arkamı döndüm. Bir de baktım, bir yanda silahı diğer yanda küçük bardağı küçük kız öylece yerde yatıyor. Hemen eğildim kızı kavradım. Hiçbir yerinde kurşun deliği ya da kan görünmüyordu. Nabzına baktım. Atmıyordu. Minicik kalbi ve beyni durmuştu sanki. Kafatasında duramayan beyin kendini hapse zorlamıştı sanki. Düşünceleri çoktan idam edilmiş. Umutları kör bir zindana atılmış vaziyetteydi.

Bir anda gözleri açıldı. “Bende büyüyünce sizler gibi olacağım.” dedi. Gözlerini kapattı bir anda kucağımdan düştü. Vücudundan yeni bir vücut oluşuyordu adeta. Süt etkisini göstermişti sonunda. Vücudu ve beyni hızla evrilmiş yeni bir kız çıkıverdi karşıma. İlk cümleleri “Uyumalıyım çok uykum var. Bana ne oldu? Senin yarın işin yok mu bu saatte burada ne işin var? Baba yarın bana beş lira lazım sabah çıkmadan ayakkabılığın üstüne bırakır mısın?” dedi. Ve uykuya daldı…

Gözlerimi açtığımda kendimi salondaki tekli koltukta buldum. Sersem gibiydim. Kızımın odasına gittim hemen. Mışıl mışıl uyuyordu. Uyurken o kadar masum duruyordu ki. Eğilip yanağına bir öpücük kondurdum. Tertemiz süt kokuyordu. Süt gibi beyaz kızım benim…

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Oxford Caddesi

Bir gün yolda yürürken aklımdan geçenleri ses kayıt cihazına kaydetmeyi düşündüm. Cebimden telefonumu çıkarıp ses kaydını açtım ve telefonumun ucuna bağlı duran ipi boynuma astım.

Oxford caddesi o gün insan kaynıyor. Yanımdan hızla bir otobüs geçiyor. Kaldırımda bir grup gitar çalıyor. Bir an ellerinde ki gitarı alıp yanlarına oturasım geliyor fakat ben hiçbir zaman sokakta gitar çalabilecek kadar cesaretli olamadım. Binaların arasından caddeye süzülen güneş ışınları görüntümü puslandırıyor. Görüntüme set çektiği manzaradan bir anda tanıdık bir yüz çıkardı karşıma. Ne kadarda ona benziyor. Yıllar önce yarım kalan aşkıma… Sevgilisiyle beraber yanımdan geçtiklerinde onun olmadığını anladım ama ne zaman ona benzeyen biri çıksa karşıma ben hep böyle heyecanlanırım. İlişkimiz çok kısa sürmüştü. Çok seviyordum, aşkından kör olacak kadar çok seviyormuşum ki onu gerçekten tanıyamamışım. Yıllar geçtikten sonra onun artık tamamen farklı biri olduğuna kanaat getirdim. Aylar yıllar kalbimizden en güçlü aşkları bile silebiliyor. Fakat sevmeye başladığımız anda ki o aşk her zaman sıcaklığını koruyor. Kalbimin hızla atmaya başladığı her an onun görüntüsü bir anda beynimde canlanıyor. Halen ilk sıcaklığında… Bana zaman makinesi icat oldu nereye gitmek istersin deseler herhalde o âşık olduğum anlara gitmek isterim. Aşkın saf ve temiz olanı iyidir derler ya paranın da araya girdiği aşklar insanın kalbini acıtıyor. Çünkü o zaman kalpte yaşanan duygular dünyada ki en değerli şeylerden bile daha değerlidir diye düşünüyor insan. Fakat çoğunluk geleceği düşünüyor. Yapacaklarını düşünüyor. Yaşanacakların hiçbir önemi yok. Tanrının insana bahşettiği en değerli varlık yine insan. Yalnızlığını giderebildiği bir limanda, aşk olmadan mutlu olamaz insan. Kalplerin aşkla attığı bir dünyada değişim ve iyiye yönelim kaçınılmazdır.

Biraz sonra yanımdan bir adam geçiyor. Bu bizim Mehmet Abi değil mi? Gözlerini kaçırıyor. Yıllar önce teyzemin düğün merasiminde beraber koşturmuştuk her işe. Çocukluğumda onunla geçmişti genelde. Dedemlerin alt komşusu Mehmet Abi. Nasılda kaçırmıştı gözlerini? Yıllar geçtikçe şehirlerde artıyor mu yalnızlığımız? Her yeni ortam yeni sevgiler mi doğuruyor? Yoksa her yeni ortam, terk edilen ortama samimiyetsizlik tohumlarımı ekiyor.

Bir anda yanımdan o geçse diye düşünüyorum. Yanına gidip sarılabilecek miyim? Ya da yanından hızlıca geçebilecek miyim? Yanımdan hızla bir kız geçiyor. Yüreğim yerinden oynuyor. Uzun süredir hiç tatmadığım duygular… O muydu yoksa? Kalbimde bitiremediğim aşk yeniden canlanıyor. Başlıyorum kızın ardından koşmaya fakat o değilmiş meğerse. Uzun süreli düşünceler bazen böyle halisülasyonlar yaratabilirmiş. Az ilerde bir patlama yaşanıyor. Ben olay yerine beş yüz metre kadar uzaktayım Patlamanın etkisiyle kol ve bacaklar saçılıyor gökyüzüne. Olay yerine doğru koşuyorum. Yerde bir çift yatıyor el ele tutuşmuşlar. Kömür olmuş bedenlerinde bir rahatlık var sanki yüzlerinde bir gülümseme. Bir çocuk yatıyor yerde tek başına o da çok mutlu elinde yeni aldığı oyuncağı var. Kömür olduğundan sadece oyun konsolu olduğunu seçebiliyorum. Onunda yüzünde bir gülümseme…

Az sonra yağmur yağıyor. Yağmur şehirde ki bütün pislikleri temizliyor. Bak güneş doğuyor yine.

Eve dönüyorum cep telefonu kaydını durduruyorum.

“Bu bölümde anlattıklarımdan bazıları yaşanmış bazıları ise tamamen hayal ürünüdür. Fakat işte benim için tamda böyle bir gün yaşandı Oxford caddesinde…”

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com