Posts Tagged ‘ düşler ’

İnsan Düşlerde Sevişir Bazen

İnsan Düşlerde Sevişir Bazen

Ahmet yoğun geçen bir günün ardından, kalabalıklar içinden kendini sıyırarak sonunda eve varmıştı. İçeri girdiğinde, odayı dışarıdaki sokak lambaları aydınlatıyordu. Üzerindekileri özensiz bir biçimde çıkardı ve yere bıraktı. Güneşlikleri sonuna kadar çekti ve kanepeye uzandı. Kanepenin başucunda bulunan okuma lambasını yaktı. Biraz düşündü sonra tekrar kapadı.

Gözleri karanlık tavana odaklanmıştı. Beyni sonsuz karanlığın içinde bir gerçeğe bir hayale gidip geliyordu. Işığı yakıp yakıp söndürdü. Aklından gün boyunca gördüğü insanlar geçiyordu. Aslında hızla geçip giden bir türlü uzun uzun kalamayan insanlardı onlar. Erkekleri düşündü,  sonra kadınları. Kimilerini beyninde, kimilerini kalbinde, kimilerini de kasıklarında düşledi.

Bugün şirkette ilk kez gördüğü kız geldi birden gözünün önüne. Aslında birkaç andı onunla geçirdiği zaman. Sadece saniyelerle sayılabilecek zamanlar. Fakat âşık olmuştu vücuduna. Çok sevmişti, beğenmişti onu.

Birkaç gün geçmiş gibiydi. Zaman mefhumu kaybolmuştu sanki. Loş bir oda karşıladı onları. Etraf darmadağındı. Hiçbir şeye aldırmadan odaya süzüldüler. Ahmet kırmızı deri kaplı bir koltuğa yayıldı. Kız mutfaktan içecek bir şeyler getirmeye gitti. Dolapta sadece vişne suyu kalmıştı. Sıcak yaz gününde soğuk ne olursa içilebilirdi. Bardağı Ahmet’e uzattığında Ahmet bardağı elinin tersiyle itti. Yerinden doğrularak kıza doğru yöneldi biraz önce içtiği vişne suyuyla kırmızılaşmış dudaklarına yapıştı. Kalbi müthiş bir hızla atmaya başladı. Uzun bir süredir yaşamadığı bir duyguydu bu. Bardak kızın elinden düştü. Bembeyaz halıda kırmızı bir leke oluşturdu. Heyecandan titreyen elleri Ahmet’in sırtında buluştu. Birbirine kenetlenen iki göğüste atan iki kalp birbirini itiyor. Aynı zamanda vücutta oluşturduğu titreşimler heyecanı daha da arttırıyordu.

Ahmet uyandığında gün ışımamıştı henüz. Camiden ezan sesleri yükseliyordu. Akşam içtiği vişne suyundan şişmiş mesanesini boşaltmak için kasılmış bir halde tuvaletin yolunu tuttu.

Yine aynı hayat kalabalıklarından kendini soyutladığı bir günde, yine normal olarak insanları düşünürken… Aklına en sevdiği arkadaşları geldi birden. Beyni parıldadı. Geçirdikleri güzel günler geldi aklına bir anda. Heyecanlandı. Çocukluk anıları yeşerdi birden kafasında. Mutluydu. Bu gecede rahat uyuyabilirdi.

Işığı açıp kapattığı gecelerden birinde “ahlak” geldi aklına birden. Neydi bu ahlak neydi toplumun benimsediği kurallar? Bir şey’i beğenmek, bir şeye âşık olmak bu kadar zor muydu? Bir şeyi sevmek onu düşünmek için önce ona sahip olmak mı gerekiyordu? “Sahip olmak” diye geçirdi içinden. Sevdiğin bir arabaya, bir eve sahip olmak, hep durağan ve hiç değişmeyen… Sevdiğin bir ev eskidiğinde ona azalan sevgi gibi. Hiç bitmesini istemediği bir sevgi için bir insana nasıl sahip olabilirdi? Yanlış mı yapıyordu acaba? Doğal düzen hangisiydi? Beğendiği şeyin karşısında neden heyecanlanıyor? Neden titriyordu? Sevmek için illa neden mi olmalı? Yaş, boy, kilo koşullar bunlar mı belirlemeli?  Aşkı belirleyen neden dünya koşulları? Sevgi neden koşulsuz olamıyor? Bugün uyumamak için iyi sebepler vardı. Televizyonu açtı. Televizyonda bir belgesel dönüyordu. Belgeselde birbirine kur yapan maymunlar. Ve her bahar düzenli olarak polenini dişiye aktaran çiçekleri izledi. Uyuyakalmıştı.

Işık kapandı. Bugün kalbi ve beyni bir farklı çalışıyordu sanki. Kimyası bozulmuştu. Bu diğer günlerdeki düşünceler, diğer günlerde yaşadıkları gibi değildi. Bugün gördüğü o ince zarif kız. Aklından biran olsun gitmiyordu. Galiba âşık olmuştu. Peki, ne yapmalıydı? Uzun uzun düşündü.

Aslında bunun tek cevabı vardı. Son ışık sönmeden hala ışığı yakabiliyorken, aşka geç kalma. İnsanlar sadece düşte sevişir bazen. Güzeldir, ama gerçeği daha da güzel.

(Fotoğraflar Mehmet Turgut’a aittir.)

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Oxford Caddesi

Bir gün yolda yürürken aklımdan geçenleri ses kayıt cihazına kaydetmeyi düşündüm. Cebimden telefonumu çıkarıp ses kaydını açtım ve telefonumun ucuna bağlı duran ipi boynuma astım.

Oxford caddesi o gün insan kaynıyor. Yanımdan hızla bir otobüs geçiyor. Kaldırımda bir grup gitar çalıyor. Bir an ellerinde ki gitarı alıp yanlarına oturasım geliyor fakat ben hiçbir zaman sokakta gitar çalabilecek kadar cesaretli olamadım. Binaların arasından caddeye süzülen güneş ışınları görüntümü puslandırıyor. Görüntüme set çektiği manzaradan bir anda tanıdık bir yüz çıkardı karşıma. Ne kadarda ona benziyor. Yıllar önce yarım kalan aşkıma… Sevgilisiyle beraber yanımdan geçtiklerinde onun olmadığını anladım ama ne zaman ona benzeyen biri çıksa karşıma ben hep böyle heyecanlanırım. İlişkimiz çok kısa sürmüştü. Çok seviyordum, aşkından kör olacak kadar çok seviyormuşum ki onu gerçekten tanıyamamışım. Yıllar geçtikten sonra onun artık tamamen farklı biri olduğuna kanaat getirdim. Aylar yıllar kalbimizden en güçlü aşkları bile silebiliyor. Fakat sevmeye başladığımız anda ki o aşk her zaman sıcaklığını koruyor. Kalbimin hızla atmaya başladığı her an onun görüntüsü bir anda beynimde canlanıyor. Halen ilk sıcaklığında… Bana zaman makinesi icat oldu nereye gitmek istersin deseler herhalde o âşık olduğum anlara gitmek isterim. Aşkın saf ve temiz olanı iyidir derler ya paranın da araya girdiği aşklar insanın kalbini acıtıyor. Çünkü o zaman kalpte yaşanan duygular dünyada ki en değerli şeylerden bile daha değerlidir diye düşünüyor insan. Fakat çoğunluk geleceği düşünüyor. Yapacaklarını düşünüyor. Yaşanacakların hiçbir önemi yok. Tanrının insana bahşettiği en değerli varlık yine insan. Yalnızlığını giderebildiği bir limanda, aşk olmadan mutlu olamaz insan. Kalplerin aşkla attığı bir dünyada değişim ve iyiye yönelim kaçınılmazdır.

Biraz sonra yanımdan bir adam geçiyor. Bu bizim Mehmet Abi değil mi? Gözlerini kaçırıyor. Yıllar önce teyzemin düğün merasiminde beraber koşturmuştuk her işe. Çocukluğumda onunla geçmişti genelde. Dedemlerin alt komşusu Mehmet Abi. Nasılda kaçırmıştı gözlerini? Yıllar geçtikçe şehirlerde artıyor mu yalnızlığımız? Her yeni ortam yeni sevgiler mi doğuruyor? Yoksa her yeni ortam, terk edilen ortama samimiyetsizlik tohumlarımı ekiyor.

Bir anda yanımdan o geçse diye düşünüyorum. Yanına gidip sarılabilecek miyim? Ya da yanından hızlıca geçebilecek miyim? Yanımdan hızla bir kız geçiyor. Yüreğim yerinden oynuyor. Uzun süredir hiç tatmadığım duygular… O muydu yoksa? Kalbimde bitiremediğim aşk yeniden canlanıyor. Başlıyorum kızın ardından koşmaya fakat o değilmiş meğerse. Uzun süreli düşünceler bazen böyle halisülasyonlar yaratabilirmiş. Az ilerde bir patlama yaşanıyor. Ben olay yerine beş yüz metre kadar uzaktayım Patlamanın etkisiyle kol ve bacaklar saçılıyor gökyüzüne. Olay yerine doğru koşuyorum. Yerde bir çift yatıyor el ele tutuşmuşlar. Kömür olmuş bedenlerinde bir rahatlık var sanki yüzlerinde bir gülümseme. Bir çocuk yatıyor yerde tek başına o da çok mutlu elinde yeni aldığı oyuncağı var. Kömür olduğundan sadece oyun konsolu olduğunu seçebiliyorum. Onunda yüzünde bir gülümseme…

Az sonra yağmur yağıyor. Yağmur şehirde ki bütün pislikleri temizliyor. Bak güneş doğuyor yine.

Eve dönüyorum cep telefonu kaydını durduruyorum.

“Bu bölümde anlattıklarımdan bazıları yaşanmış bazıları ise tamamen hayal ürünüdür. Fakat işte benim için tamda böyle bir gün yaşandı Oxford caddesinde…”

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com