Parakafa
Parakafa
Yaşamak ülküsü ve eylemi sevgi, iyilik doğrultusundan kaymaya başladığı anda anlamsızlaşmaya ve vahşileşmeye başlar. Dünyada bu sapmanın bin bir türlüsüyle karşı karşıyayız. Her geçen gün bir yenisi ekleniyor ve hayatımızı mahvediyor.
Silivri’de küçük bir evde yaşar giderdik. Yaşar giderdik koskoca şehir üzerimize üzerimize gelmese. Yaşardık belki parakafaların istilasına uğramasak. “Nedir bu parakafa?” diye soracaksınız şimdi. Gelin biraz bahsedeyim onlardan. Parakafa sürekli düşüncelerinin önüne menfaat ve para öncülünü koyan bir tür. Hayatı boyu yaptığı bütün eylemler bir hesap üzerinedir. Bazen birine sarılırken, öperken bile önce para ihtiyatını düşündüğü olmuştur. Bir düşüncenin hayalin önünde hep “para” engelidir durur. Tembeldir parakafa, isyankârdır ve ağlaktır birazda. Yaşam için sürekli bir doğru yol arayışındadır. Kesin bir doğru yol olduğuna inandırmıştır kendine. Bak burada doğru yol desen gittiği yoldan dönüp hemen oraya sapacak gibidir. Sonunda çok istediği paraya ulaştığında sanki dünyanın bütün güzellikleri ona sunulacakmışçasına tapınır paraya. Diğer düşüncelere saplanır kalır, kendine saplanır kalır parakafa. Oysaki biz yolları güzel diyarlara çıkacak diye sevmedik. Hoş Silivri’nin yolları da hiç güzel yerlere çıkmadı.
Yaşardık belki şu uzmanlar olmasa. Ah şu uzmanlar olmasa. Bugünlerde herkes “uzmanlaşmak”tan bahsediyor. Aman her şeyi bir bütün olarak algılamayın, bir alanda uzmanlaşın. “Uzmanlaşan ülkeler büyüyor” teraneleri filan. Bunu da bir uzman söylüyor. Uzmanlaşmak açıkça köleliktir. Yani topluma, yani düzene bağımlı olma durumu. Aptallıktır uzmanlık, yeteneksizliktir. Çılgın bir hırstır uzmanlık. İşte buranın Tanrısı benim demektir ve sonunda her şey bitti aptallığına inanıp yan gelip yatmaktır. Uzmanlaşmamalı insanlar, merak etmeli. Hayatının sonuna kadar bir ocu, bir bucu olmalıdır. Haydan huya gitmelidir. Karıştırıp iyice çorba etmelidir. Çünkü bu uzmankafalar her bulduğu şeyi bir bulgu sanıp, bizi hakikatin sonuna ulaştığına inandıran kâfirlerdir. Kasetçalara konan bir kaset gibi aynı dakikada durmadan, usanmadan aynı şeyleri söylemeye devam ederler. Keşke takvimleri geriye sarabilsek… Keşke eski Silivri’yi ellerinden bir alabilsek.
Yaşardık belki deliler hükümdar olsa. Akıllılar bu derece muktedir olmasa. Yaşam denen bu aldatmacada akıllı ve delilerin sınıflandırılmasının çarpıklığından bahsedelim birazda. İnsanın akıl sağlığına ve yaşadığı hayatın doğruluğuna karar veren bir kurul olduğu ve bu kurulunda tek ölçütünün güç olduğu bir dünyada, toplum güçlü geri zekâlılarla dolu. Hani o akıl hastanelerine gitmeye korktuğunuz akılsızlar varya, o korkulanların hepsi aranızda kimi evinizi inşa ediyor, kimi sizi muayene ediyor, kimi de sizin yerinize kararlar alıp sizleri yönetiyor. Güçlünün egemen olduğu aile yapısında akılsız bir baba parasıyla, makamıyla ve gücüyle hayatı ve aklı konusunda geçer not alırken. Diğer yanda bu onayları alamayan fakir bir baba cinnetle tüm ailesini yok edebiliyor. Ailenin onayından geçip topluma sunulmuş tavsiyeli bir bireyde, birkaç kutsal değere sahip çıkarak. Mesela adam öldürmeyerek, içki içmeyerek vs. tüm insanlığa işkence etmeye, tembelliğin hükümdarlığını kurmaya devam ediyor.
Aileden ve toplumdan onay alamayan insan farklı arayışlar içine girecektir mutlaka, bunlardan en önemlisi toplumun içinde yer alan herhangi bir topluluktan onay alma isteğidir. Topluluk faydadır. Topluluk tembelliktir. Bedava fayda için bedava insan lazımdır. Bedava insana bir elbise giydirir topluluk ve onaylandı belgesini tutuşturur eline. Toplumda onaylanamayanların akıllı ve düzgün hayatı da böylece tasdiklenir işte. Mesela bizim mahalleden Murat. Girdiği gruptan sonra ne kaldı masum Murat’tan geriye?
Birde erkeklerin erkekliğini tescil ettirme işlemi var ki. Oradaki kıyıma yürek dayanmaz. Geçen gün mahalle delikanlısı Ahmet Abi coşkuyla anlatıyor bir kadınla ilişkisini. Diğerleri ağzının suyu akarak dinliyor Ahmet Abi’yi. Baskıcı sistemin insanlığı önce toplumda sonra yatakta onaylanma dürtüsüne itmesiyle erkek kendinden daha aşağılık ve rezil duruma düşebilecek bir birey yaratmalıdır. İşte bu “iffetsiz kadın” figürüdür. Önce yalandan bir kutsama kondurulur kadının üzerine, erkekliğini “iffetli bir kadınla” tescilleyebilirse ne ala. Yoksa kendi erkekliği üzerinden bütün kadınların iffeti üzerine oyunlar oynamaya hazırdır. Toplumun içinde tutunamama arttıkça biriken aşırı öç alma durumunda ya bir kadına tecavüz etmeli, ya birini öldürmelidir birey. İşte bu tecavüzün normalleşmesi kadar çarpık bir düzen oluşmamıştır dünya üzerinde. Çünkü iffetli kadınla evlenenlerin çoğu da biraz tecavüzcüdür. Alamadığı onayın öcüdür. Güçlü adamlara dokunamamanın öcüdür. Ezilen ve kaybolan insandır… İşte tamda bu yüzden, bu ayıp düzen kendi cinsiyetini tanımlama gereği duyar. Azınlıklar tarafından tanınan cinsiyetleri de ezip geçer. Onlar “iffetsiz bir kadından” bile daha aşağılıktır. Çünkü sevişmek bir güç savaşıdır. Güçlünün güçsüzü ezmesi halidir. Sevgi çoktan bu diyarı terk edip gitmiştir. Fiilen ya da soyut biçimlerde öldürür karısını, düşlerini öldürür, yaşamı öldürür ve sonunda kendini…
Yaşardık belki gerçek bir iletişimi kurabilsek, yaşardık ortak bir dili inşa edebilsek. Dünyaya mana katanların ele geçirdiği yüzlerce dil. Güçlünün, sistemin içinde yarattığı en iyilerin pazarlaması hayatlar yaşıyoruz. Sistemin putlarını bir görebilseniz, alkışladıklarınızın yüzüne tükürülmeyecek adamlar olduğunu bir anlasanız. O güçlülerin, o hırsızların, o katillerin fakir olsa yaşayacakları hayatları ve zenginliğin köhne basamaklarını sanki bir marifetmiş gibi içimize sindire sindire sevinçle çıkıyoruz. Hayallerin önünde para ve güç dengesi… Doğadan kopuk izole ve plastik yaşamlar. Yüreklere göre değil, ekonomiye yönelik acımasızca sınıflandırdığımız insanlar. O yüzden her yalandan sevişme bir hayal kırıklığı. Zenginiyle fakiriyle hem çalıyoruz, hem öldürüyoruz, hem öldürülenleri görmüyoruz. Bu düzen içinde normaller ve anormalleri ayırmaktan da hiç çekinmiyoruz, utanmıyoruz. Belki anadan üryan sokaklarda dolaşamıyoruz ama düş dünyamız çıplak, utanmaz ve arsız. Geçip gidiyoruz işte, herkes farklı şekillerde, herkes baktığı, gördüğü, duyduğu şekillerde, farklı diyarlarda, tekleştirilmeye teşne. Yinede son bir nefesle tekrarlayalım. “Sevgiyi büyütelim, sevginin çocuklarını doğuralım şu üç günlük dünyada…”
Alican Özer
ozeralican@hotmail.com