Kendine Yabancı
Son günlerde yatakla kitaplar arasında amaçsızca gidip geliyorum. Günler kapkaranlık geçiyor. Geceyi algılayamıyorum. Uykum varla yok arasında. Göz kapaklarım kapanıp, kapanmamak konusunda kararsız. “Ya nefes alamazsam” diyorum korkuyla. Bu üzerime üzerime gelen havası kirletilmiş şehirde bir daha nefes alabildiğim için mutlu oluyorum. Günden güne yabancılaşıyorum kendime. Hayatımızı çevreleyen zorba gerçekler, zorba sınırlar… İnsanın gerçekten özgür olması için bir cesaret gerekiyor. Canlıya, doğaya karşı sevgi gerekiyor. Bu başımızı döndürüp duran gerçekleri yıkması gerekiyor. Belki de bir devrim gerekiyor.
Eğitildik, sahte bilgilerle, sahte gerçeklerle. Kendinden fazlasıyla emin insanlarla bir dünya kurmaya çalıştık.
Mesela bir kadın sevdik.
O kadın “Seni sevdim çok sevdim, ancak bana ne verebilirsin ki?” diyor. “Hayallerin ne?” diye soruyor. “Ümit Burnunu mu döneceksin, yoksa ABD’ye özel uçağınla mı gideceksin? Seninle Ağrı’ya mı çıkarız yoksa Everest’e mi tırmanırız?” diyor. Ne verebilirsin diyor bir memur maaşıyla. Öyle olunca cevap veremiyor insan. Kelimeler yetmiyor anlatmaya, zaman donuyor sanki, boyun kasları geriliyor. Yaşadığına lanet ediyor insan. Bazıları da apoletlerini gösteriyor öyle olunca. Kaslarını kabartıyor. Sahte bir denge koyuyor çarpık hayatla arasına.
Kadın “kadın olmanın acizliğini” öğrendiği ailesine geri dönüyor. Zalim baba, zalim ana, zalim bir kardeşi var evde. Koruması gereken namusu ve devam ettirmesi gereken bir hayatı var. Babası “yeter artık seni beslediğim” diyor içinden, anası hayırlı ve paralı bir kısmet bekliyor Allah’tan.
Kadın kapkara kaderiyle yüz yüze şimdi. Bir güç budalasının karşısında, seni hiç sevmedim ama bana çok şey verebilirsin diyor. Seninle belki Fransa’ya gideriz, belki Alaska’ya diyor. Bilmiyor ki onunla gittiği her yer cehennem.
Kadın artık en güzel oyuncu, en iyi boyun eğen…
Erkek yasak bir meyveyi düşlüyor. Genel ahlak, kutsalı sonuna kadar koruyor. Televizyonlar, dergiler en iyiyi belirliyor. Kadın en iyi olma yolundadır, kadın son çaresi kendini pazarlamak olan bir şeydir artık. Hangi ahlak durdurabilir bu köleliği? Hangi yasa? Hattı hududu olmayan bir aşağılamadır bu. Yeri geldiğinde ahlaksızca kullanılıp atılan bir ihtiyaçtır artık kadın.
Kimse bilmiyor para, kara kaderden çıkışın anahtarı değildir. İstikbal tek düze devam eden, sürekli bir iyilik hali değildir. İnsan kabuğuna bakarak anlaşılmaz. Hayat kuru bir hırs, uzun vadeli bir plan değildir. Hayat çözülmesi gereken bir soru değil, korkusuzca yaşanması gereken bir şeydir. Tutkuyla, aşkla…
Geçen gün bir cenazedeydim. Genç yaşta ayrıldı Fatma Teyze aramızdan. Tabutuna bakarken birkaç yıl önce konuştuğumuz bir konu geldi aklıma. “Bizim oğlan İstanbul Üniversitesinde Kimya kazandı. Çok ısrar ediyoruz özel bir okulda Mühendislik okumasına, geleceği kurtulur” diyordu, endişeyle. Sonradan öğrendim ki o dönemde amansız bir hastalığa yakalandığını öğrenmiş. Bana hiçbir şey demedi. Bir tabutuna baktım, birde gözü yaşlı oğlu Mehmet’e.
Mehmet pırıl pırıl, dürüst, sevgi dolu bir çocuk, Fatma Teyze pırıl pırıl bir anneydi. Babasının emeğiyle kazandığı paraları kapitalizmi biraz daha iyi anlamak için gideceği özel okula kaptıracağına, gidip devlet okulunda Kimya okudu. İyi de kimyager oldu. Ancak kimya bilgisi kaç para eder? Düşük ücretli bir köle olabildi ancak.
Bu boktan dünyadan göçüp giderken eminim gözü oğlunda kaldı Fatma Teyze’nin. Çünkü geride kalanların kimyacı oğlunu paramparça edebileceğini, kırıp üzebileceğini önceden biliyordu. Kurtarmak istedi aklı sıra oğlunu bu bataktan. Şimdi o kara toprakta, biz dışarıda yine devam ediyor boktan yaşam, ancak son birkaç yılında bunları düşünmeye değer miydi hayat? Düşünmeden edemiyor insan.
Mehmet’in en büyük kazancı benim. Çünkü ben seviyorum Mehmet’i. Ancak Mehmet bu karmaşada bu sevginin değerini görebilecek mi? Yoksa yaban ellerde mi arayacak sevgisini? Yalancı bir saygınlığa mı tercih edecek beni? Devletin değerli bulduğu kollara mı koşacak? Evet, biliyorum o da herkes gibi o dünyaya koşacak. Ağır bir tecavüze uğrayacak çılgın kalabalıklar içinde. En güvendikleri bile gözünü kırpmadan, tecavüz edecek, öldürecek ve üzerine basacak. Bir intihar mektubu bırakacak ardından “Artık bu boktan dünyaya dayanamıyorum. Benim için üzülmeyin diyecek.” Belki yalnızlık içinde ölürken duvarlara konuşacak. Belki de öldüğünü hiç bilemeden göçüp gidecek çoğunluk gibi.
Kim bilir kaç annenin gözü arkada kaldı. Kaç kişi duvarlara konuşarak göçtü? Kaçı ardından bir not bıraktı? Kaç erkek ya da kadın harcandı? Günde kaç insan daha mal olma yolunda ilerliyor. Kaçımız hayatına yabancılaştı? Kaçımıza artık dünya dar geliyor? Bu aptallık ne zaman bitecek?
Alican Özer
ozeralican@hotmail.com