Sevilmek
Sevilmek
Başıboş, kaybolmuş ve avare dönerken bu koskoca dünyada, birden karşıma bir kadın çıkıverdi. Onu hemencecik tanıdım. Bir anda hayatımın bir parçası oluverdi. Önüne geçemediğimiz bir muhabbettir başladı.
“Seni seviyorum” dedi kadın. Sanki biraz düşünceliydi erkek, birazda gergindi. Bu gerginlik ve karamsarlık yıllardır üzerinden atamadığı bir yorgandı sanki. Belki bir bilim insanı daha güzel tanımlamıştı bu boktan hissi ama yinede en iyi yaşayanın bileceği türden bir histi.
Kadın biraz daha sokuldu yanıma. Her gün, her saat, adeta her dakika benimle birlikte olmak istiyordu.
Erkek yıllarca hiç sevgiyi aramamanın verdiği telaşla bildiklerini gözden geçirdi. Sonra kafasında binlerce cevapsız soru sordu. Kâh toplumsal anlamda inceledi kadını, kâh ekonomik durumuna baktı, kâh ahlakını yargıladı. Kadınsa bir an yaklaştı ve öptü onu. Sanki bir ömre bedel bir andı o. Havalarda uçuyordu erkek. Bir yana gönlünü koydu, diğer yana mantıklı bulduğu düşüncelerini. O çok tutulan bağnaz hayat düşüncelerini… Kadını itti itti. Ve kadın bir gün ardına bakmadan gitti.
Ağladım, bağırdım. Gitme diye çok yandım ardından. Geceler boyu uyuyamadım. Her gün hastaydım. İştahsızlık, kusma ve benzeri binlerce hastalık. Yalnızlık bir hışım çöktü üstüme. Tanrıya yalvardım olmadı, içtim olmadı, düşündüm olmadı, o mantıklı nedenleri düşündüm yine olmadı. Kaybettim onu.
Yavaş yavaş anlıyorum ki dostlar “sevgi” tanımlanması en zor şey galiba dünyadaki. Sevilen ve seven olmakta en zor şey belki de dünyada. Sevginin iyiliği ve kötülüğü de tartışmalıdır. Çünkü aşırı sevgide her zaman iyiliklere, güzelliklere götürmez insanları.
Sevmenin hududunu iyi belirlemeli insan. Yoksa kendi benliğini kaybedebilir. Zamanla bir sevenden, bir taraftara dönüşebilir belki. Bu aşırı sevgi sevdiği kişi tarafından istismar edilebilir. Bu her iki tarafı da yakar. Tabi severken her dakika bunları düşünmekte gönlü yaralar.
Herkes sevmeyi kutsar ancak en zorudur sevilmek. Çünkü herkes sevginin altında bir mana arar. Oysaki sevgi yokluğunu çektiğin bir benliğin başkasında bulunmasıdır. Bu da bazen kaybedilmiş bir sevgi, bazen yalnızlık, bazen sevgisizlik, bazen toplumsal sebepler, bazen bir acı, mutluluk… uzayıp giden birçok nedenler dizisi olabilir. Ancak bu bizi ilgilendirmez. Çünkü bu nedenler silsilesinin bizim kafamızda ağır basanı belki de yaşadığımız çevrede gördüğümüz en büyük çarpıklık penceresinden gördüğümüzdür. Belki de seven o pencereden bakmıyordur hayata.
Örneğin ahlak yapısı bozulmuş bir toplumda, sevgiyi sevmekten çok gücün belirlediği sonucuna ulaşıp. Cinselliği, kadını bir objeye indiren yayınlardan öğrenmişsek… Çevremizde kadınların ezildiği, horlandığı bir yaşam varsa ya da erkeklerin gücüne önem verilen ve koşullu sevgilerde fazla pohpohlanmış erkeklerin kadın üzerinde ve kendinden güçsüzler üzerinde bir egemenlik kurduğu yaşamı görüyorsak. Sevilmenin istismarının, çoğu zaman gerçekten sevdiklerimize bile “seni seviyorum” diyebilmeyi zorlaştırdığını. Sevilen kişinin, sanki seven bir köleymiş gibi algılayıp onu istismar etmesini, narsist tavırlar takınmasını ve sevene hiç saygı duymamasını, öldürmenin güç, sevmenin güçsüzlük olarak algılanmasını genel bir davranış olarak görüyorsak. Yani Tanrısı güç, kulu köpek olanların düzeni dünyaya hükümdar oluyorsa… Bizim sevgimizin de bu iğrenç yaşamın Tanrısından ve öncüllerinden beslendiğini pek ala düşünebilir ve benim gibi aşktan salakça bir biçimde kaçabilirsiniz.
Oysaki her sevgi bir deneydir. Kendi gönlünde kaybettiklerini başkasında, onun kaybettiklerini kendinde bulduğun bir eylemdir.
Öyleyse düşünme! Dene, olmasın, tekrar olsun, yine olmasın, sonunda aradığın aşkı bul. O kafanda dolanıp duran manasız yaşama içgüdüsünün öne çıkardığı çoğu ekonomik ve sosyal sebepleri bir kenara bırak. Yoksa değerli bir laboratuarda unutulmuş çok değerli bir deney düzeneği gibi ölene kadar bekleyerek ve üzülerek yaşarsın hayatı.
Alican Özer