Asker Vuruldu
Asker Vuruldu
Sıradan bir öğle vakti bir yazı okudum. Sonra yazamadım. Evet, öyle ansızın birden ellerim cansızlaştı. Dünyada okuduğum en berbat cümlelerdi bunlar. Küçük kız çocuğu cümleleri yazarken sanki beyninden kalbine akan ırmakta sıra sıra askerler nöbet tutmuş, silahını suya doğrultmuş. Her başını çıkardığında suya doğru mermileri ateşliyorlardı.
Dalgalar hırçınca limanı dövüyor, ağaçlar rüzgârdan bir o yana bir bu yana yatıyordu. Küçük sahil kasabasını ortadan bir yol kesiyor, yoldan koca koca şehirlere giden otobüsler geçiyordu. Kaç otobüs geçti arkamdan aşkımı gömdüğüm şehirlere doğru? Derinlerden kıyılara doğru atıyor küçük tekneleri dalgalar. Ben eğer yüzme bilseydim. Aşık bir balıkadam gibi, o derin sulara bırakmak isterdim kendimi, daha derinlere gitmek isterdim. Denizin en güzel mavisini görmek isterdim. Sonra aşkla dibe batıp, daha derine daha derine batmak isterdim. Sonunda cesedim sahile vursa, onu bir çocuk bulsa, babasına söylese, küçük bir çocuğun unutamayacağı bir anı, zamanın içinde bir avuç toprak olsam da. Yinede dalmak isterdim.
Bu tükenmek bilmeyen evren, insanoğluna yaşamak için çok fazla. Sonsuz evrenin içinde her insan kendi meşrebinde tutsaktır. İnsan aptalca karar verir. Tıpkı kaldırımda yürümek gibi, basit bir mantık bu… Biz değerli sansak ya da buna inansakta gönülleri bağlayanda, yol aldıranda insanın tükenmek bilmeyen hırslarıdır.
Şimdi yürü kötü bir aşka doğru. Doğur yeniden içinden, kör bir çocuk. Eğer bir şans daha verilseydi bu kör çocuğu yeniden doğuracak mıydın? Her insan meşrebince kördür. Şu eşsiz yeryüzünde aylak aylak gezerken, uzağı daha uzağı görenleri gördüm.
Şimdi gerçeği çarpıta çarpıta yürü hayat yoluna doğru. Ne fark eder? Gerçek sen, apaçık oradayken… Sen orada ben burada yaşadık, yeniden sevdik, yeniden kandık belki de her şeye. Ne fark eder?
Ankara’da her ilkbahar sabahı Milli Kütüphanenin önünden bir kız dönerdi Bahçeliye doğru. Usul usul yürürdü cadde boyunca. Öylece bir kızdı işte, ıssız bir evin penceresinden bakan, ıssız bir adam tarafından fark edilmezdi belki ama. Ben onu kalabalıklar arasından seçer, evren kadar severdim.
Milli Kütüphanenin tam karşısında küçük bir park vardır. Oturaklarında her gün yüzlerce sevgili oturur. Silahsız aşk orduları konuşlanır, çimenlere. O gün göremedim güzel kızı ıssız sokaklarda. Parka doğru yürüdüm. Birde baktım, bir daha baktım. İçimden üniformasını giyinen silahlı bir adam çıktı birden. Kendi meşrebince zayıfça bir adamdı. Tüm parka karşı selam çaktı. Ve belindeki silahı kavradı. Son görüntüden, kızın solundakini silerek silahını ateşledi. Küçük bir çocuğun unutamayacağı bir anı oldum. Büyükler gerçeği unutacaktı. O çoktan unutmuştu zaten, onu çok sevdiğim gerçeğini. Hepsi o kötü cümlelerle asacaktı cesedimin boynuna ölüm fermanını. Çocuk alçakça yazamazdı ama bağırdı. “Asker vuruldu! Asker vuruldu!”
Alican ÖZER
ozeralican@hotmail.com