Ahmet’i Öldürdüler
Ahmet’i Öldürdüler
Burdur’lu bir makine işçisinin oğlu Ahmet, on sekiz yaşına yeni basmış yağız bir delikanlı. El bebek gül bebek büyütülmüş bu yaşına kadar. İTÜ’nün Makine Mühendisliğinde okuyor. Babası gibi makinelere meraklı…
Suat Bey az maaşa kanaat eden bir makine işçisi, oğluna pek düşkündür. Çocukluğundan bu güne bir dediğini iki etmeden yetiştirdi oğlunu. Issız ve soğuk gecelerde babası vardiyaya kaldığında küçük Ahmet sokak lambalarının yanmasıyla gidip evin tüm perdelerini örter, kapısını kitler ve yemek için masaya otururdu. Annesi o güzel ellerinden, ona güzel güzel yemekler sunar. Birlikte mutlu mesut yemek yiyip ardından televizyona dalarlardı. Babası olmadığında pek huzursuz olurdu Ahmet. Her gece “Anne bugün senle yatabilir miyim?” der. Annesi de her gece düşünür gibi yapıp başıyla onaylardı.
Koskoca şehirde karanlık sokaklar içinde, incecik duvarların ardında bir anne ve küçük bir çocuk. Soğuk yatağı kaplayan kalın yorgana sarınınca, çocuk annesinin belinden kavrayıp nefesi durana kadar sarılırdı. O sarılma ki, dünyada her şeyden farklı bir duygudur. Sanki sonsuz bir huzur gelip konar yüreğine küçük Ahmet’in. Sanki vahşi şehir daha güzel gelir, uyku daha bir bastırırdı öyle zamanlarda.
Vardiyadan sonraki günlerde Suat Bey yorgun olur ama Ahmet’le vakit geçirmeyi hiç ihmal etmezdi. Babayla o parkları gezmeler, pamuk şeker, tost yemeler. Hani bu yaşında İstanbul’un en şatafatlı restoranında, güzel parklarında bile duyamayacağı bir his kaplardı küçük bedenini. Anne ve baba sevgisi işte böylesine tarif bile edilemeyecek gizemli bir sevgidir.
Üniversiteye kadar Burdur’da devam etti Ahmet. Çok çalıştı, çabaladı İTÜ’yü kazandı sonunda. Tercihleri kendi elleriyle yapmıştı, şehir dışı da yazmıştı, peki ama gerçekten gitmeye hazır mıydı Ahmet? Kapıdan Anne ve Babasına el sallarken gözlerinden iman tahtasına doğru sel olan gözyaşları… Geceleyin annesinin beline sarıldığında, babasıyla gezmeye çıktığında o elini tuttuğundaki bütün hisler yüreğine yüreğine doluyordu sanki.
Hayat hoyrat, İstanbul zalim… Yavaş yavaş bitirdiler Makine Mühendisi adayı Burdur’lu Ahmet’i. Her vurduğunda acımadı ki diye yerinden doğrulan Ahmet’i, her seferinde biraz daha sert dövdüler. Çocukluktaki anlamlı sevgiler yerini kaba kuvvete bırakıyor. İnsan denilen o güzel varlık, çirkin bir yaratığa dönüşüyordu buralarda. Kapitalizm ağır kırbacını insanların sırtından eksik etmiyor. İnsanlar kanayan bir öküz gibi ne yaptığını bilmeden bir o yana bir bu yana kaçıyordu. Metrodan inen insanların köpek dişleri büyüyordu adeta, bak orada bir adam korkudan çocuklukta sıkı sıkıya sarıldığı kalçalara nasılda iğrenç duygularla bakıyor? Belki sarılsa korkmayacak, korkmayınca yine sevecek. Bak orada bir başkası o güzel, o yumuşak ellerine bir bıçak almış birine saplamaya hazırlanıyor. Belki o elleri tutsa, bir muhabbet olsa her şey düzelecek gibi.
Ahmet okulu bitirdi. Ahmet diplomasını aldı. Ahmet mühendis oldu. Ahmet öldü. Ahmet öldü. Ahmet öldü.
Aylar sonra evine dönen Ahmet mutsuz ve umutsuz odasına çekilmiş tavanı izliyor, gün be gün zayıflıyordu. Annesi bu durumu fark ediyor Ahmet’e yardım etmek istiyor fakat elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Babasının vardiyada olduğu gece perdeler örtülmeden, kapı kilitlenmeden yemek masasına oturdular. Ahmet yemeğine hiç dokunmadı yine. Annesi “Neyin var oğlum?” diye sordu Ahmet’e. Cevap alamadı. Ahmet odasına gitti kapıyı kapattı. Gece olduğunda annesi televizyonu kapatıp yatak odasına gitti. Yarım saat geçti geçmedi odanın kapısı açıldı. Annesi bir anda irkildi. Ahmet usulca annesinin yanına sokulup belini sıkıca kavrayıp kendine doğru çekti. “Neyim var biliyor musun anne dedi? Çocukluğumda sana sarıldığımda hissettiğim işte bu duyguyu kaybettim. Oysaki ben o duyguyu hiç unutamıyorum. Sevgiyi kaybettim anne. Unutamıyorum. Çok yalnızım.” Gözlerinden yaşlar sicim sicim dökülüyor, yastığı sırılsıklam ediyordu.
Alican Özer
ozeralican@hotmail.com