Zaman Böyle Öğütlüyordu
Geçen gün bir kadına “seni daha çok sevmek istiyorum” dedim. Bencillik ettim biraz. Bencillik önemli bir ayrımdır hayatla ve siyasetle ilgili düşüncelerde. Çünkü felsefeler arası en radikal ayrımlar bencillikle başlar. Benciller kendini düşünürken, geriye kalanlarsa başkalarıyla bir arada var olmanın bir çıkar yolunu ararlar hep.
İnsanın kendini korumacı içgüdüsünden sıyırıp birini sevmesi, hayatı iki ya da daha çok kişiyle paylaşması gerçekten çok zor bir şey. Sevmek bencilliği kaldıramaz. Akılcı benciller, sevmeyi asil ruhları için bir düşüş olarak görür. Sakınırlar sevgiden. Akıllı insanın bu duyguya kendini çokta kaptırmaması gerektiğini öğütlerler. Sevgi gerçekten de bu akıllı bencillerin düşebileceği tuzaklardan biridir. Çünkü sevgi öğrenilebilen bir şeydir. Onlar sevgiyi bilir ancak sevgiyle aralarına hep bir perde koymayı tercih ederler. Sevgi adına kötünün iyisi bu insanlar da geçmişte kaldı artık…
Bencillik ettiğim kadın “Sence doğru zaman mı?” diye sormuştu. “Bilmiyorum” demiştim. Gerçekten sakin bir sabaha karşı arkama yaslanıp yeniden düşündüğümde de zamanın doğru olup olmadığını bilmiyordum. Çünkü günümüzde zaman da artık değerli bir andan, akılcı bir kavramdan çok bir kaçıştı. Bugünlerde zaman bana mahirce bir şeyler öğütlüyordu. İçimde bir yerde yıllar önce üzerine bir şey basıp kapattığım yara yeniden kanamaya başlamıştı. Bastırdığım o şey akılcı bencillerin kullandığı sevgi tıkacıydı. Yaklaşık iki üç yıldır kimseyi bu kadar sevmemiştim. İçimdeki durdurulamayan kan tüm vücuduma yayıldı. Nefes alamaz haldeydim. Kasılmış vücudumu divana attım. Hem ölmek istiyor hem de ölümden korkuyordum. Vücudum adeta kendini dondurmuş, kendini arafa atmıştı. İki, üç yıl önce geride bıraktığım “şizofren aşk”, sanki yeniden üzerime üzerime geliyordu. Uzunca bir süre birlikte olduğum kadının bir sabah sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi, beni delilikle suçlayıp, kaybolduğu anların izleri yeniden ortaya çıkıyordu. Yeni sevgimde aradan geçen yılların hiçbir şey değiştirmediğinin hayal kırıklığını yaşıyordum. Sıcak duşla gevşemeye çalıştım. Sonra aceleyle işe gitmek için hazırlanıp evden çıktım.
Trende baba korkusuyla yetişmiş bir çocuk çekingenliğiyle oturdum koltuğa. Kolum, bacağım çarpılmış gibiydi, yüzüm yerdeydi. Tren biraz hızlandı sonra durakta durdu. Yerimden doğrulmak istedim, kalkamadım. Bacaklarım vücudumu taşımıyordu. Yüreğimde garip bir çarpıntı…
Kime anlatsam derdi mi? Hangi doktor anlar bu derdin dermanını? Ah kimseler anlamaz çünkü herkes aynı dertten mustarip. Ancak benim gibi insanlar için daha zor yaşamak bu çağda. Bu çağ bencillerin çağı, bu çağ entrikacıların çağı. Bu çağ aslında kendini beğendirme çağı. Kimsenin bir şey yaşamak istediği filan yok. Sevgiler imajlara tutsak. Akılcı bencillerden daha zalim bir sevgisizlik bu. Çünkü eski zaman akılcı bencilleri, sevene de sevgisinin değerini verirlerdi. Onlar sevmeyi bilirlerdi. Bugünse sevenin aşağılandığı bir sevgisizlik var. Manevi duygular maddi çıkar ve bencilliklerin mezesi yapılmış. En ahlaksız en önce değerler üzerinden vuruyor.
Kalbim sıkışıyor. Sevgim, değerler, güzel bir yaşam ideali ve sonunda bana kalan derin yalnızlık… Bundan sonra o değerli cevheri hiç kimseyle paylaşmayacağım diyorum. Çünkü sevgi ve doğruluğun karşısında değişik entrikalar dönüyor. Bilinen sevginin karşısında, akıl dışı karmaşık içgüdüler galip geliyor. Savaşmayı da pek bilmem ama vuruşarak geri çekiliyorum. Öyle komik ki bir görseniz. Tek başınalığın sefilliğine geri dönüyorum. Zaman, zangır zangır titreyen benliğime, hiç yıkılmaz, mükemmel bir duruşu yakalamayı ve yakaladığım o güçlü anı da herkese beğendirmeyi, yani aslında yalandan da olsa yutturmayı öğütlüyor.
Alican Özer
ozeralican@hotmail.com