Posts Tagged ‘ fatma ’

Aşk Hikâyesi

Aşk Hikâyesi

Ahmet genç, yakışıklı, yağız delikanlı. Kuzguncukta oturur. Babası pamuk tüccarıdır. Yıllardır iyi para kazanırlar, iyi evlerde otururlar, iyi arabalara binerler. Ahmet Fransa’da tahsilini bitirdi yurda döndü. Mahkemeye çıktı avukat oldu. Boğaza indi âşık oldu. Aşka düştü mecnun oldu.

Fatma genç, güzel bir kadın… Tuzla’da oturur. Babası pazarcıdır. Kıt kanaat geçinirler, gecekonduda oturur, at arabasına binerler. Fatma ilköğretimden sonra okulu bıraktı. Pazara gitti satıcı oldu. Mahkemeye çıktılar babası mahkûm oldu. Boğaza indi âşık oldu. Aşka düştü mecnun oldu.

Bize de bu iki mecnunun hikâyesini yazmak düştü.

Sevgilim,

Seni mahkemede gördüğüm o ilk an, sonrasında boğazda içtiğimiz çay. Boğazın orta yerinde kısacık fistanınla salınışın… Biliyorum üzgünsün, biliyorum babanı kurtaramadık ama meraklanma her şey düzelecek. Seninle evleneceğim, güzel günlerimiz olacak. Seni İstanbul kadar seveceğim, boğazdaki martılar, ana sıcaklığı kadar seni herkesten her şeyden çok seveceğim.

Ahmet’in

Romantizm beyaz sayfaya yazıladursun. Açlıktan mideleri kazınan Fatma’nın evinde şekerli suya ekmek banmanın kahrolası hüznü vardı. Annesinin dudaklarında bir dua “Allah Ahmet’e zeval vermesin” Fatma’nın dudaklarında “Ahmet’im oldukça biz daha bitmedik” .

Fakirliğin utancı bir vesika gibi asılırken boyunlara, Ahmetlerin sıcacık evinin sallanan bir koltuğunda oğlunun fakir bir kıza âşık olmasını sindirmeye çalışan bir anne oturuyordu.

Sevgilim,

Benim canım Ahmet’im. Sen oldukça yanımda dünyada her iş kolay. Senin sevginle avunuyorum. Karın olacağım günü iple çekiyorum. Seni çok seviyorum.

Buraya kadar, tamam! Artık bu hikâyenin sonunu getirmek istemiyorum. Üç – beş tahminde sonu doğru tahmin edilen bir hikâyenin adı “aşk hikâyesi” olabilir mi sorarım sizlere dostlar? Anlayamadığımız, anlatamadığımız anlaşmalar ve kabullenmeler çevresinde şekillenen hayatın içinde aşk tanımlanamaz. Aşk genişlik ister biraz, berraklık, arılık, duruluk. En özenle seçilen en iyi tanımlayan bir kelime bulmalıyız onu anlatmak için belki de.

Filozoflar düşüne dursun, edebiyatçılar durumları yazadursun. Dünya’da gördüğümüz aldanma aşk denen şey duyduğumuz ve yazdığımız kadarıyla akılsızca, kuralsızca, fiziksel şartlara uygun, paranın, gücün izinde ilerliyor. Henüz aldanma aşkı bile tanımlayamazken, gerçek aşkı düşleyemiyoruz bile belki de. Gerçek aşkın yolu uzun, sabrı çok, ulaşması çetrefilli… Yine anlatamadım. Mevlana dizeleriyle koyalım son noktayı “Âşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer; Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.”

Alican Özer

ozeralican@hotmail.com

tumblr_mslk13uCK91rmckyvo1_500

Her şey Güzel Olacak

Her insan gibi önce umut etmeyi öğrendim. Ana rahminden çıkan bir çocuk öncelikle yaşamayı, nefes almayı umut eder. Büyüdükçe umut ettiğim şeylerde benimle birlikte büyüdü. Küçük yaşlardaki doğal umutlarım yerini yapay umutlara bırakmaya başladı. Sonra korkular sardı dört bir yanımı, kaybetmenin korkusu. Karşıma çıkan tüm zorlukları yenebileceğim umudunu taşıdım hep. Tek tesellim büyüklerimin ağızlarında tekrarlanan “Her şey güzel olacak” sözcükleriydi.

1064778_213071428843687_238276704_o

Yapay hayallerimi düşledim hep, onlar için çalıştım. Hedefi koydum önüme ve deliler gibi savaştım. Öyle ki bazen kendi benliğimi bile hiçe sayıyordum. Sağlığım, mutluluğum, hayatım, sevgilim, sevdiklerim ikinci plandaydı sanki. Yapay umutların yarattığı kolay ulaşılamaz ve yakalandığında baş döndürücü etkiler yaratan değerler hayatımın odak noktası olmuştu. Umutlarımı kucağıma alıp şuursuzca hedefe doğru koşuyor ve her şeyin güzel olacağı yönündeki inancımı hep diri tutuyordum.

Sonra bir çocuğum oldu. Erkek olmasını umut ettim. Sonra sağlıklı olmasını, akıllı olmasını, okumasını, adam olmasını ve umut ettiğimiz her şeyin daha ötesine geçmesini umut ettim hep. Kulağına adını fısıldadıktan sonra “bahtın açık olsun” küçük oğlan dedim. İçimde erişemediğim binlerce hayalim kopup gitti birden. Her şeyin güzel olacağına dair inancım sarsılıyor muydu yoksa?

Büyüdü oğlan. Ona umut etmeyi öğrettim. İyi olanları gösterdim. Kötü olanları bellettim. Hayat meydanına bırakmadan önce son olarak kulağına sessizce fısıldadım “Her şey güzel olacak”.

Umut ettim, yaşadım, hayattan alabildiğim kadar değer ve zevk aldım. Hayattan çalabildiğim zamanlarda yaşamaya çalıştım. Kırbaçlandım, yaralıydım ama devam etmek istiyordum. Daha ileri gitmeyi umut ettim. Sonra bir gün başım dönme dolap gibi dönemeye başladı. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. O günden sonra her şey değişti. Her gün içmek zorunda olduğum on hapla ayakta durabiliyordum. Bedenim umutlarıma ihanet etmiş, beni uzun vakitler boyunca yatağa mahkûm etmişti. Ölmemeyi umut ettim. Daha çok yaşamayı ve oğlumla, eşimle daha çok vakit geçirmeyi… Ah Fatma benim güzel karım. Seni gençliğim boyunca umutlarımda erteledim hep. Şimdi bu bitkin kollarımla sana sıkıca sarılmak istiyorum. Yılların aramıza kurduğu duvarları birer birer yıkmak istiyorum. Her şey güzel olacak. İnanıyorum.

Sonra babam öldü. Bir gece yarısı aniden kalp krizi alıp götürdü onu aramızdan. Yastığının altında bulduk bu içsel çatışmayı anlatan kâğıdı.  Ben onun umut ettiği kadar büyümüş ve büyüdükçe her şeyin güzel olacağına dair inancımı birer birer kaybetmiştim. Bir türlü doyamadığım hedeflerden ve kazandığım zaferlerden elimi ayağımı çekmiş. Küçük bir sahil kasabasına yerleşmiştim. Benimde bir oğlum oldu. Karım terk etti. Hemen hemen etrafımda hiç kimseler kalmadı. Çünkü yaşayanlar ve umut edenlerin birçoğu farklı bir kulvarda at sürüyorlardı. Oğlum büyüdü ve şehre yeniden döndük. Küçük sahil kasabasındaki o neşeli oğlan bir anda neşesiz ve mutsuz bir çocuğa dönüştü. Onun bu hali beni fazlaca üzüyordu. Okula ve arkadaşlarına uyum sağlayamadı. Gün geçtikçe hırçınlığı artıyordu. Kontrol edilemez olduğu günlerin birinde yine mutsuz ve ağlamaklı yatağına gittiği sırada babam düştü aklıma. Sözleri yankılandı kulaklarımda. Oğlumun odasına doğru yürüdüm. Yatakta öyle güzel görünüyordu ki. Onu öptüm ve umut etmesi için bir masal anlatmaya başladım ona. Gecenin sonunda kulağına doğru eğildim ve fısıldadım “Her şey güzel olacak”.

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Algılar

Ali kahvesinden bir yudum aldı. Yayıldığı kanepeden doğrularak camın önüne gitti. Mahallenin eskilerinden Fatma Abla geçiyordu sokaktan. İki eli de poşetlerle doluydu, zorlukla yürüyordu. Evini pas geçerek yürümeye devam etti. Ali şaşırdı gözleriyle sokağın sonuna kadar onu takip etti. Fatma sokağın sonunda sağa saparak gözden kayboldu.

Ali kahveyi sehpaya bırakarak mutfaktaki annesinin yanına gitti. “Fatma Ablalar buradan taşındı mı?” diye sordu. Annesi kızgınlıkla “Oğlum Fatma ablan kocayı boşadı. Yazık etti evliliğine. Geri zekâlı, dul başına bir oda evlerde ne yapacaksa?” diyerek sözünü bitirdikten sonra söylenmeye devam etti. Kocasının çok iyi bir insan olduğundan bahsetti. Fatma Ablayı en son dispansere geldiğinde görmüştüm. Ciğerleriyle ilgili bir sorunu vardı. Vücudunda ki morlukları sorduğumda, temizlik yaparken merdivenden düştüğünü söylemişti. Fakat morlukların derinliğine bakınca düşmeden dolayı oluşmuşa benzemiyordu, hem bazı yerlerde yanık izleri de vardı. O zaman fazla üstelememiştim. Belki de mahallede iyi olarak bilinen kocası onu dövüyordu ve o da bunun için ayrılmıştı ondan. Birkaç güne “Hafif kadına” çıktı adı. Köşe başında çekirdek çitleyerek vakit geçiren kadınların ağzında sadece Fatma Abla vardı.

Ali iki saate yakın bir zamandır okuduğu kitabı elinden bıraktı. Dişlerini fırçalamak için banyoya gitti. Işığı kapatıp yatacağı sırada sokaktan siren sesleri gelmeye başladı. Merakla salon penceresine koştu. Bir adam koşuyor poliste onu yakalamaya çalışıyordu. Pencerenin ona imkân verdiği ölçüde gözleriyle takip etti olanları. Pencereden bakarken görüş açısının bittiği andan itibaren kafasında varsayımlar üretmeye başladı. Kafasında binlerce düşünceyle yatağa gitti.

Ertesi gün mahallede ki insanların ağzında dün polisler tarafından yakalanan mahalle sakinlerinden Nevzat Bey vardı. Kadınlardan birisi “Dün gece kodese tıkmışlar onu.” diyordu. İçlerinden bir tanesi “Bu işleri yapacak bir adam değildi.” dedi. Diğer kadınlar koro halinde “Hanım, hanım ateş olmayan yerden duman çıkmaz.” dediler. Tüm mahalle Nevzat Beyin hırsız olduğuna inanmıştı. Nevzat bey bir iki hafta sonra suçsuz bulunup salıverilmişti. Mahalleye döndüğünde kimsenin yüzüne bakamıyordu. Ali yanından geçerken “Yeniden aramıza hoş geldiniz” dedi. Nevzat Bey tebessümle karşılık verdi.

Ali otobüse binip büyük bir alışveriş merkezinin önünde indi. Alışveriş merkezinin önüne doğru ilerlerken son model bir “Wolksvagen Transporter” önünde durdu. Siyah filmle örtülü camları olan arabanın kapısı hızla açıldı. İçinde sarışın, uzun saçlı ve bakımlı iki bayan vardı. “Bizimle eğlenmek ister misin?” dediler ona. Ali bir an bile tereddüt etmeden atladı arabaya. Kapıyı kapattılar fakat araba ilerlemiyordu. Ali’nin arabaya bindiğini gören insanlar arabanın çevresini kuşattılar. Önce bir taneydiler sonra milyonlarca oldular. Ali’nin kafasında daha da çoğaldılar. Kızlardan bir tanesi kumandayla müzik setini açtı. “Bon Jovi – You Give Love A Bad Name” çalmaya başladı. Şarkının hızıyla Ali ve ismini bilmediği kızlar kendinden geçiyordu. Çılgınca dans etmeye başladılar. Simsiyah camlı arabanın içinde ne olduğundan habersiz halk sadece arabanın sallanışını izliyorlardı. Bir süre sonra müzik sesi kesildi ve kızlar Ali’yi yaka paça arabadan dışarı çıkardılar. Kapısı hızla kapanan araba bir anda gözden kayboldu. Binlerce insan arasında kalan Ali ne yapacağını bilemiyordu. İnsanlar ona lanet okuyor yüzüne tükürüyorlardı. Yanlış bir şey yapmamıştı ki, sadece müzik eşliğinde bir süre eğlenmişlerdi. Ertesi gün bütün mahalle Ali’nin zamparalığını konuşuyordu. Cep telefonunun sesiyle uyandı uykusundan. Kan ter içinde kalmıştı. Gerçek hayatta mıyım diye yokladı kendini. Neyse ki son gördükleri gerçek değildi.

Yataktan kalktı masanın üzerinde çalan telefonu açtı. Telefonun diğer ucunda ki ses “Nişanlısının öldüğünü söylüyordu ona.” Bir an duraksadı, elinden telefonu düşürdü. Kız arkadaşı dün gece en iyi arkadaşı Ahmet hasta olduğundan onun evine gitmişti. En son konuşmalarında Tavuk suyu çorbayı Ahmet’e içirdikten sonra evine döneceğini söylemişti. Fakat Ahmet’in kötüleşmesinden dolayı o gece orada kalmıştı. Ölüm onu Ahmet’in evinde yakalamıştı.

Ali uzun bir zaman kendine gelemedi. Toprağa koyduğu sevgilisini bir türlü unutamadı. O günden sonra mahalle iki haftaya yakın bir süre Ali’nin nişanlısının başka bir adamın evinde öldüğünü konuştu. Gerçeği hiç bilmeden, bir kapı eşiğinin onlara verdiği bakış açısıyla bakış açısının ardında kalanları ise sadece farz ederek konuştular…

“Bakmak için algılarımız yeter, görmek içinse salim bir kafa, ayıklık, şuur gereklidir.” -İsmet Özel.

algı (I) a. ruh b. Bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varma, idrak. TDK

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com