Posts Tagged ‘ örgütlenmek ’

Sevişmek Mümkün Olsa

Sevişmek Mümkün Olsa

“Aşk örgütlenmektir bir düşünün ağabeyler” dedi Ece Ayhan baba. O sebeple çok geç anlaşıldı bu ülkede. İki binli yılları hızla, hatta olağanca hızla bitirmeye çalışırken bir halk isyanında duvarlara kazındı. Oysaki aşksızlık, örgütsüzlük öyle mi? Nasıl nakşedildi kolayca küçük bedenlere. Büyüdü fidanlar nasıl iyi dövüşçü oldular, nasıl iyi yalnızlaştılar… Aşksız, arkadaşsız ve insansızca, kimisi bir köşede vücudunu jiletledi, kimisi beynini uçuran dumanı çekti, kimisi de cinselliğini bir köşe başında sakatladı. Hepsi vicdansız Tanrılarının halka sunduğu vicdansız yaşamın kurbanları… Neyse ki tarih bize şunu çok iyi gösterdi ki. Tanrılar, köleleri kadar sefildirler. Onları da köleler karşısında rezil etti.

Ana rahminin o kat kat korunaklı yapısı… Doğarken akıl sahibi olsam hep orada kalmak isterdim. Yalnızlığım, ilk nefesle başladı. Anne memesi, anne kokusu, anne sütü beni bu yaban hayata alıştıran… Sonra sıcak bir yuva, ailedir o günlerden bugüne unutamadığım. Aile kuşkusuz en canlı, en önemli, en yumuşak kucaktır insan yaşamı için. Sevgiyle kurulur, sevgiyle örülür. Büyüdükçe yine aile ama bu sefer mahalle, arkadaşlar ve sevgililer her biri insanı ana rahmi gibi korumalı ve ısıtmalı.

Sezaryeni keşfettiler ve bu yapı bozuldu. Ana rahmini parçaladılar, sonra her şey ana rahmi gibi harap edildi. Sabırsız, acısız ve emeksiz bir yaşamdı bize sunulan. Yalnızlaşan insan resminin ilk çalışmaları… Ana rahmini kesen ilk neşteri gördüğünde insan, kuşkular içinde düşmanlarını belirlemeye çalıştı. Sonra beynine zerk edilen binlerce yasaklar yığını. Oysaki her yasak, bir bireyin kişiliğini reddedişidir. Tek tipleşmedir. Ardından kuşkusuz yasağı delme arzusu başlar ve yasaklar gibi güzelce tanımlayamayacağımız boyutlarda suçlar. Bunun sonucu olarakta “Günahları Bağışlama Enstitüsünü” kurdular. İnsan yalnızlaştı ve bencilleşti. Gönül doğrularını, gönlünü kapattılar insanların.

Sevgisizlik ve yalnızlık köleleştirmenin en değişmez kuralıdır tarih boyu. Yalnızlaşan ve diğer yalnız bireylerden gördüğü bencillikler, kötülükler sonucu yaralanan insan, kıçına çivili kazık batırılan öküzler gibi fütursuzca nereye koştuğunu bilmeden öfkeyle gider. Onları sakinleştirmek ve uygun bir rahim yaratmak lazımdır. Bazılarınaysa kara kara duvarlar, hapishaneler. Önce bir Tanrı yaratılır ve yalnızlığı unutturacak kalabalıklar. Ardından büyük savaşlar, yalandan zaferler. Birey tamamen yok olur. Sevgi tamamen yok olur. Artık sadece kalabalıklar, kalabalıkların başında Tanrılar ve o Tanrılara iman eden köleleri vardır. Oysaki gerçek Tanrı, inanış ve ütopik devlette ancak sevgiyle, biraz kalp, biraz beyin ama yine çıkarsız ve sorgulayan sevgiyle bir yapı, bir düşünce inşa edilebilir.

İnsanların kalplerini öldürdüler. Beyni getirip kalbin önüne koydular. En baştan belliydi ya beynin sakatlığı çok geçmeden anlaşıldı zaten. Fakat o günlerden geriye aşktan ve aşkın gücünün gerçekliğinden daha üstün daha inanılası ve daha karmaşık bir gerçeklik kaldı. O da kaldırıp kılıcını aşkı öldürdü. O gün bu gündür insanlık yapay zaferlere öldüresiye inanır ve libidosunu kabartmak için bu amaca yönelir. Şimdilerde her yanda aşkı ve sevgiyi yalanlaştıran gerçekliğin kol gezmesi işte ta bu zamanlara dayanır.

Geçen gün güzel bir kadına rastladım. Uzun saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli, muhtemelen yirmili yaşlarında güzel bir kadın… Gözlerine baktım, o da bana bakıp gözlerini kaçırdı. Sonraki günler tekrar karşılaştık. Hatta birinde otobüste yan yana bile oturduk ama ilk konuşmayı yapma cesaretini bulamadık belki de kendimizde. Yine güneşli bir yaz sabahında süt almak için markete girdim. Kasaya yöneldim. Kasada başı öne eğik güzel bir kadın. Parayı verirken de, sütü poşetlerken de yüzü öne eğik. Biraz dikkatle bakınca o güzel gözleri gördüm. O tatlı bakışlarını, ince dudaklarını, küçük kulaklarını. Tüm zarafetiyle sabah güneşinin arkadan tesiriyle parıldıyordu. Hangi gerçeklikti gizlenmesine sebep olan? Aşk mı, eşsiz güzelliği mi, kadınlığı mı yoksa itibarsız bir meslek mi, parasızlık mı, sosyal statüler mi? İkinci grupta söylediğim yaratılmış gerçeklikler mi? Hangi lanet olası imgeye âşık olabilirdim? Sadece aşk, sevgi gerçekliğine sarılıp onu bir kat daha sevdim. Zengin, fakir, zayıf, kilolu… hepsi ama hepsi aynı sevgiyi hak ediyor. Sevgili, sevgiyle güzel bir imgeye dönüşüyor benliğimizde.

Herkes hayattaki ciddi şeyleri başaramamaktan muzdarip, soyut soslara bandırıp bandırıp dert yanıyor. Oysaki hayatı berbatlaştıran hayatımızdaki ciddi şeyler değil, sadece sevgisizlik. Erkek ve kadın dünyadaki en boktan model “erkek diktatörlere” dönüşürken, tüm bunların, tüm suçların ve kötülüklerin başı sevgisizlik… Kadınlar erkeklerin berbat zevklerine göre şekilleniyor. Boyalı kadınlar, topuklu kadınlar, ah güzel kadınlar. Sanki bir çılgın gelse ve savaş açsa, düzen bozulsa ilk elden onlar ölecek gibi. Sonra kuşkusuz âşık erkekler ölürdü bir kurşun bile sıkamadan savaş meydanlarında.

Oysaki sevişmek mümkün olsaydı ve ağabeyler aşkın, örgütlenmenin gücünü anlasaydı. Her şeyin, herkesin ötesinde kuralsız ve yalansız bir sevişmek mümkün olsaydı. Koşullar namüsaitken bile içten bir “Seni Seviyorum” diyebilseydi insan. Tüm sevenler öpüşüp, koklaşıp, sarılabilseydi mesela. Rütbeler takmadan, kurallar koymadan gönülden bir sevmek mümkün olsaydı. Ergenliğe giren çocukları öldürmeseydik… Bunların hepsi gerçekten sevişmek mümkün olsa dedirtiyor insana.

Alican ÖZER

ozeralican@hotmail.com

Deluxe-I-Figurative-Art-Print-Vogue-Woman--ACO-5815