Posts Tagged ‘ başarı ’

Sağır bir kulaktır insan

Yalnızım şehrin ortasında. Çünkü sağır bir kulaktır insan. Çoğu kez sadece içiyle konuşur. Dışarıdan bir güç emrederse, ona itaat eder. Bastırır tüm içindeki sesleri. Ölçülemeyen bir emektir artık zaman. Çalışırsın. Artık ne bir sevgili avutur seni, ne bir araba, ne de ev. Güvensizlik ortamında, muğlaklıklar içinde, aklında iyi bir yere varacağın düşüncesiyle savrulur durursun. Bedenim ve emeğim doğanın kanunları karşısında el pençe divan. Diğer yanda yarattığımız ve oynadığımız iğrenç hikâyeler. Bir sıkıntı basar beni o anda, bir terleme gelir belimden boynuma doğru. Kusacak gibi olurum. Olmuş gibi, yapmış gibi, oymuş gibi çabalarım.

Geçmiş zaman, belli belirsiz anımsıyorum. Tanrı’nın bile unuttuğu bir kasabada orta yaşlı bir kadın, bana kendini sundu. Sağır bir kulaktır ya insan. Konuşması tamda erkek kadın ilişkilerine uygundu. Onu anladım. Çokta iyi anladım. Ört dedim göğüslerini, otur konuşalım. Sigara uzattım ona. Nasıl bir şanstır ki bu unutulmuş kasabada böylesine ilginç bir kadınla karşılaşmıştım. Anlatmaya başladı kendini. Ben anladığımı anladım. O anlatabildiğini anlattı. Sonunda “Bu kasabaya kışın çok az yabancı gelir. Sen tek şansımdın. Beş parasızım.” dedi. Cebimi karıştırdım. Yoksul ceplerimden bir yirmilik çıktı. Tereddüt etmenden ona uzattım. Aldı parayı ve yoluna gitti. Bir çocuk ağlaması duyuldu karşıki evden. Bir kadın korkuyla koşarken, bir erkek tüm otoritesiyle haykırdı. Bir köpek uğultusu duyuldu karşıki dağdan. Ne yaparsan yap kaderin budur insanoğlu dedim. Doğanın karşısında korkudan bir boyun eğiştir ve sonunda yapabileceğin cılız bir çocuktur. Yola koyuldum.

Güç çoğu zaman metafiziksel bir şey değildir. Yeniliriz doğanın kanunlarına. Ancak yine de güç mücadelesi için kıskançlık kaplar tüm kalpleri. Onun için yazılır ve oynanır tüm hikâyeler. Dost meclislerinde bile zemin öylesine kaygandır, öylesine plastiktendir ki her şey. Gücü elinde tutanın sesi çok çıkar. Bak işte bir dost meclisinde nasıl da bağırarak konuşuyor bir kadın. Tüm cahilliğiyle nasıl da kendini kabul ettirmeye çalışıyor. Sessizce oturuyorum bir köşede. Hiç konuşmuyorum. Kim bilir kime öfkesi? Belki bir insana kızmış, belki birinin üzerine çıkmaya çalışıyor. Belki de anlamlı sandığı hayatının karşısındaki anlamsızlık onu kahrediyor, aklındaki ideal hayata ve bene ulaşamadığından çılgınca bağırmak istiyor. Karşı tarafta bir yaltakçı içinde sinsi intikamını tutarak onaylıyor onu. Çünkü güç öyledir ki kardeşleri bile düşürür birbirine. O yüzden dayanmalıdır herkes ötekilere.

Doğanın eşsiz matematiği, eşsiz denklemleri olsa da, insan her zaman bilinmeyene doğru ilerler. Bilinmeyenler içinde kaybolur. Çoğu zaman toplumun içinde aslında fiziksel gücünü doğru düzgün kullanamaz bile. Toplumun umurunda bile değildir. Şans eseri düşmüştür bir yere ve şans eseri yaşıyordur. Onu önemseyen birkaç kişiden başka kimse yoktur çevresinde. O birkaç kişiyi de kendi için kurban eder. Bir şeye fazlasıyla kendini kaptıranlar daha derin bir yalnızlığın pençesine düşmüşlerdir çoktan. İnsan hem yalnızdır, hem de toplumun içinde sürekli olarak şekillendirilmektedir. Ne kendiyle ne de toplumla yapabilir. Ne fiziksel gerçekliğinden vazgeçebilir, ne de metafiziksel gerçekliğinden. Bir yanda zorunluluklar varsa, diğer yanda yalan dünya durur. Zorunluluklara kendini kaptıranların metafiziksel dünyası uçar gider. Kendi aciz bedeninin görebildiği, ulaşabildiği kısıtlı bir gerçeklikle baş başa kalır. Uçamaz o insan, uzaklara süremez atını. Kendi etrafında döner durur. Derin bir çukuru kazar kendi için. Sonunda gömülür. Tıpkı diğerleri gibi sessizce unutulur. İnsan sağır bir kulaktır. Toplar, ne varsa sömürür ve sonuçta anlamlı bir şey üretemez.

Alican Özer

ozeralican@hotmail.com

İnsan bu kaç yıl yaşıyor ki?

Onun için sadece sevgiyi düşledim. O ise beni hiç anlamadı. Belki de anlaması imkânsızdı ama yine de anlamak için de hiçbir çaba harcamadı. İlişkimizdeki belirsizliği, birtakım neden sonuç ilişkisine kurban ettik. Çünkü diğerleri üzerinden anlamaya çalıştı beni. Çok sevdiği Ahmet’in onu aldatışını hatırladı, çok sevdiği Ozan’ın onu ansızın terk edişini. İlişkimiz boyunca benim iyi bir ilişkiyi inşa etme çabamı hiç anlamadı. Onun için ya düşmandım ya da çıkarının peşinde koşan biri. Aklını çıkarıp bir kenara koyamadı. Yediği kazıklar onu hayatın belirsizliği karşısında bilge yapmıştı. Beklediği gibi kazık atmadım ama o yine de çekip gitti. Çünkü en başından çekip gitmek için gelmişti. İlk kurbanı bendim. Ardından öylece bakakaldım.

Geçenlerde birisi “Romantizmin yenilgisi insanın çok eşli olmasıdır” dedi. Haklı mı? Bilemem ancak çoğunluğun mahirliğiyle, ben korkudan bir gecede erkek oldum. İnsanın içini ürperten o derin yalnızlığı geçirmek çok zor. Karanlık bir odada sessizliğin verdiği rahatsızlıkla, aydınlık ve kalabalık ortamların verdiği rahatsızlık hemen hemen aynı benim için. Karanlığı aydınlığa tercih ettiğim günlerde. Etrafımda toplanan erkekler arasında birtakım güç gösterileri, erkeklik tanımlamaları ve adi dünyadan elde ettikleri üzerine konuşurken oldu her şey. Bir zampara en ağıza alınmayacak küfürler eşliğinde, bir otel odasında güzel bir kadınla yaşadıklarını anlatıyordu. Sonra diğerinin pavyon maceraları, bir diğerinin aldattığı kadınlar… Sıra bana geldiğinde sustum. Ya bir yalan hikâye anlatıp erkekliği kurtaracaktım ya da etik bir ilişki üzerine kurduğum düşlerden bahsedecektim.

İçtiğim rakının verdiği ferahlıkla ayağa kalktım. Yüksek sesle “Korkaklar!” dedim. “Hiçbir insan böylesi bir ilişkiyi hak etmez. Bunun karşılığında para verseniz bile…” derken masadakiler sözümü kesti. “Otur lan! Korkak herif. Bize burada kadın olmanın öneminden bahsetme” dedi birisi. “Korkakta, tembelde sizlersiniz! Hayatta tutunacak başka bir dalınız kalmadığından ve kuracak bir hikâyeniz olmadığından ancak bu alçaklığa sığınmışsınız” dedim.

Sonrasını çok iyi hatırlamıyorum ancak insanoğlu işin içine menfaati girdiğinde kendine yeni ahlaki yollar bulur. Zamanı geldiğinde ciğeri beş para etmez adamlar ahlak hakkında ahkâm kesmeye başlar. Tıpkı hayatlarına giren kadınlar gibi ahlaklarını ve erkekliklerini üzerimden onaylayarak masanın bir köşesinde bıraktılar beni. Gece üzerime yağan yağmur günahlarımı kanalizasyona akıttı. Bu karanlık ve acıklı erkek olma hikâyemi fazla hatırlamak istemiyorum. Çünkü hayat iyi anlatılan bir hikâyedir aslında. Fakat çevremde ne hikâye anlatacak, ne de hikâyeyi anlayacak insanlar var. Ortada kuru, boş ve anlamsız anlatılar kalmış. Herkes onun ucundan kıyısından tutunuyor hayata. Kadın da erkekler için bugün kuru, boş ve anlamsız bir anlatıdır artık.

Her insan bir diğerinin duygularını düşleyerek yaşar. Anlayamadığımız insanları aslında tahminlerle yaşatırız. Bizi birbirimize bağlayan o yemin, o ön kabul gönüldür. Gönül perdesinin kapandığı bir ortamda artık bir ilişkiden söz edilemez. Karşımızdaki insan tüm anlaşılmazlığıyla bir düşman gibi durmaktadır. Onun gözlerini oymalı, lime lime etmeli, onu parçalamak gerekmektedir. Bazen insanların o kadar acımasız olduğunu düşünüyorum ki. Onların başlarına gelen kötü olayları, bir sinema filmini izler gibi kayıtsız şekilde sadece izlemek istiyorum. Bu daha çokta yalnızlaştığım zamanlarda kapıldığım bir duygu. Oysaki insan birbirinin duygularını düşleyerek yaşar. İnsanlar arasındaki bu duygu iletişimi hiç kopmamalı.

Bugünün bir diğer yanılgısı da bilmek üzerine. Etrafımızdaki herkes o kadar kendinden eminki. Bilgiyi maddi bir şeye bağlayanlarla, metafizik şeylere bağlayanlar arasında çok büyük farklar yok. Birisi maddi dünyanın bilgisini satmaya çalışırken, diğeri öbür dünyadan haber verdiğini söylüyor. Her ikisine de “bilmiyorsun” dediğinde hırçınlaşıyor. Bana bilgiden çok insanların düşleri heyecan veriyor. Örneğin benimle konuşan, benimle güzel şeyler paylaşmayı düşleyen biri beni heyecanlandırır. Ancak benim hakkımda bir şeyler bilen birinden korkarım. Çünkü bu bilgilerin kesinliği konusunda ben bile çoğu zaman şüphe içindeyim. Ancak şuan için sonsuz düşlerim var. Benim hakkımda güzel şeyler düşleyenlerle geçireceğim güzel anlar için umutlarım var.

Bugünün insanları ve ilişkiler üzerine bilgiyle konuşanların kutsadığı kavramlar var. “Güç” önemli, “zenginlik” önemli diyorlar. Oysaki insan olmak, insan yetiştirmek ya da insani ilişkiler sadece “güç” ve “zenginlik”le anlatılabilecek kadar basit değil. Çoğu zaman başarıya, iyiye, güzele ve rahata götürdüğü düşünülen güç ve zenginlik ardında çok kötü insanlar bırakabilir. Maddi zenginlikle kendinden geçmiş insanlar tembel ve vurdumduymaz olabilirler. Aslına bakarsanız bu da bir başarı değildir. Bu durumda çevresindekilerin duygularını düşleyerek yaşayan fakir bir adam daha başarılı olabilir. Bir arkadaşım sordu “Doğru yaşamak nedir? Nasıl yaşamalıyız?” “Bilmiyorum” dedim ona. “Nasıl bilmiyorsun? Ne kadar umursamaz bir adamsın sen? Ne yapacaksın böyle?” dedi. Fikirler, kutsadığımız şu fikirler… Hayata dair bir takım öğütler… Hayatta bazı fikirlerin cazip görüntüleri olabilir. Ancak o fikirleri savunan insanlar her zaman iyi insanlar olmayabilir. Toplumun içinde her şey karışır, her şey doğru gibi ya da yanlış gibi görünebilir. Bu toplumsal fikirlere göre kurulmuş yaşamlar bir kurtuluş gibi görülebilir. Ancak sadece bir süre… Bir süre sonra insan kırmak ister o sınırları. Kendi özüne yol alır. İşte bu yüzden önemli olan topluma, toplumsal konumlara verdiğiniz değerler değil, önemli olan insana verdiğiniz değerlerdir.

Düşünürken telefonum çaldı. Arayan arkadaşımdı. “Bugün seni Tunalı’da gördüm” dedi. “Neden konuşmadın?” dedim. “Çok acelem vardı” dedi. Bugünün insanın zamanla da ciddi bir problemi var. Oysaki bazen birkaç saniye birkaç saate bedel olabilir. Belki de ölene kadar birlikte geçirebileceğimiz sayılı saniyelerden sadece biriydi. Tam beni gördüğü sırada vakit öldürüyordum. Yapayalnız Tunalı caddesinden aşağı salınıyordum. Kendimle geçirdiğim sayılı saniyelerden biriydi. Yani o da çok değerliydi. Yine de birlikte güzel bir zamanın fırsatını kaçırdık… Bilgileri, zorunlulukları, yolları hatta deneyimleri bir kenara bırakın. Dünyada her şey her saniye farklı biçimlerde oluyor ve yaşanıyor. Hiç kimsenin hiçbir şeyin garantisi yok. Hayatınızdaki güzel zamanları ve güzel insanları kaçırmayın. İnsan bu kaç yıl yaşıyor ki?

Alican Özer

ozeralican@hotmail.com

Fotoğraf: İlker Yavuz – Ankara