Acılar Zamanın Yavaşlığındadır

Acılar zamanın yavaşlığındadır, insan zamanı hızlandırmak ister. Bir an önce geçsin gitsin. Her şey bitsin ister. Ölüme koştuğunu unutarak, bilinçsizce kaçar acılardan. Kaçarken mahir dünyayı da düzeltmek ister. Yanlış gidenler düzeltilmelidir. Ancak kendi içindeki zamana hükmettiği gibi fiziki dünyaya hükmedemez. Acılar tüm gerçeğiyle yerleşir vücuduna ve tüm fiziksel gerçekliğiyle bir yanını ağrıtır. Dilekler, dualar, konuşmalar hiçbiri geçiremez bu acıyı. Birine acı çektirmek, aslında onu yaralamak gibidir. Kimse fark etmese de maktulün bedeninde gizliden gizliye bir yer kanar. Öyleyse acıların üstünü kapamak en büyük ahlaksızlıktır. Ancak insan çoğu zaman acıları bir deniz feneri gibi aydınlatmaktansa, sığındığı bir yalan limanından sarkıttığı ağlarla acıların üstünü örtmeyi tercih eder.

Biri şefkatle sarılsın, sevgisiyle kuşatsın her yanını ister insan. Çocukluk masumiyeti kaybolmuştur. Nerede o şefkat, nerede o masumiyet diye de isyan eder çoğu zaman. Ancak bağırmak çağırmak faydasızdır. Masumiyet bir kez kaybedildiğinde, geri döndürülemez.

İnsan bedeni daha fazla yaşamak için her türlü hileye meyilli. Bu onun doğada kalmak için doğal bir refleksi. Yani aslında bıraksak her şeyi meşru kılacak ancak içinde altın gibi parlayan bir tarafı da buna izin vermiyor. Sanki içine önceden yerleştirilmiş bir şeyler var. Belki de bir tür saflık fakat yalnızlıktan çıkıp topluma karıştığında daha adil olsun istiyor. Ancak adaletin olmadığını da her seferinde görüp deneyimliyor. Yine de bırakmıyor o adalet değerini. Bu da acıları azaltan bir avuntu belki de, içimizde bir yerlerde hiçbir şey yok.

Hayatın her yanında güç istenci. Güçlüden güçsüze, güçsüzden güçlüye üreme istenci. Herkes istemsizce yürüyor bu yolu. Tüm ideallerini bir kenara koyup, bütün adiliğiyle oynuyor bu oyunu. Neyin nasıl adil olacağını biliyor ancak yine de bu hayatta o adiliği yaşamak istiyor. O adilik biraz daha yaşama bağlıyor insanı. Yaşadığı adilikler olmasa belki de hayatın bir anlamı kalmayacak. Mesela bir kadını ya da erkeği kandırıyor. Her türlü adiliği yaşadıktan sonra onu öylece yüzüstü bırakıyor. Bu ilişki değil, tam bir adilik aslında. Ancak kendi iç mahkemesinde çıktığı ilk davada kendini tahliye ediyor insan. İki yüzlülükte olsa bunu seviyor.

Yansıtılan karakterler ve gerçek insan arasında büyük farklar var. Çünkü gerçek bir insanı inşa etmek, bir yanılsamayı yaratmaktan daha zor. İnsanın içindeki en büyük şeytan “tembellik”. Bu şeytan gerçek insanı inşa etmektense, bir yanılsamayı yaratmayı tercih ediyor. Çünkü bu yanılsamayla çoğu amacına ulaşmış, hem de insanları kendinin değer verilmesi gereken bir varlık olduğuna inandırarak. Bu dünyada yine de en büyük adiler birbirinin üzerine yıkılarak yaşamak isteyen insanlar arasından çıkıyor. Çünkü istismar daha çok tembellerdedir. Emeksiz bir iş, adidir, basittir. İnsan bedeni çalışma, kandır diyor ve çalışmadan kandırıyor önüme geleni. İşte böylesine adi bir yaratık insan. Yine de yüce şeylere ilgisi hiç bitmiyor. Aşk gibi yüce şeylere mesela. Aşk diye tanımladığı şey bir anlık fakat içindeki sahip olma istenci bir ömür boyu insanın. Bıraksalar bütün dünya insanlarına sahip olmak istiyor. Aslında erkeklerin kadınlara, kadınların erkeklere olan kıskançlığı bu sahip olma istencinden. Sahipliği bittiğinde tüm kıskançlıkları, yasakları kaldırıp atıyor. Çünkü sahiplik köleliktir, tecavüzdür. Sahip olmak kadın ve erkek arasındaki ilişkinin çarpık ideolojisidir. Fakirler malını, zenginlerden daha çok korumaya meyilli. Aşkta da namus cinayetlerini çoğu zaman fakirler işliyor. Zenginler içinse yatırım hiç bitmiyor.

Yalan insanın olmazsa olmazı. Yalancılar düş kurmamı engelledi. Renkli dünyam yıllar içinde tek tipleşmeye başladı. Ve geriye berbat tek düze, kapkaranlık bir dünya kaldı. Belirli kalıplar içindeyim. Adalet yok. Her şeye sahip olmak istiyorum. Sahip olduğumda adil olacağımı sanıyorum. Zamanla anladım ki “Hak” güçsüzlükten doğarmış. Öyleyse “Hak” gerçekten sahip olmamız gereken çok güçlü bir şey. Onun yaşaması için güçsüzler ordusuna ihtiyaç var. Çünkü güçsüzlerin ordusu da çok güçlü. Fakat gerçek güçlüler bu orduyu dağıtarak yönetiyor. Tanrı da her seferinde kaybediyor.

Güneş tepeye tırmandığında acıları dindirmek için toplanıp dua ettik. Güçlülerde bu duaya katılınca daha çok inandık. Hep beraber Tanrı’yı sahiplendik. Ancak bu Tanrı acıları ortadan kaldırmıyor, sanki acılara daha fazla acı katıyor.

Acılar zamanın yavaşlığındadır insan bunu hızlandırmak ister. Hızlandırmak isterken kaygıya, korkuya, gerilime kapılır. Gerçek Tanrısını ve özgürlüğünü kaybeder insanoğlu. Yine sonunda fiziksel güçlere döner. Alkole, uyuşturan bazı şeylere ve kendini tatmin edecek insanlara, sahte bir Tanrıya ihtiyaç duyar. Gücü elde ettiğinde de tüm Tanrıları öldürür.

Alican Özer

ozeralican@hotmail.com

Gürbüz Doğan Ekşioğlu

  1. No trackbacks yet.

Yorum bırakın